Sabah bir yazıya denk geldim. Evet, ele aldığı konu çok güzel açıklanmıştı. Lakin yazı üzerinde düşününce aklıma şu haykırış niteliğindeki cümle geldi: “Bu ülkenin ve bu milletin beka sorunu hiç bitmemiştir.” Sahi, size sorayım! Sizce de bu ülkenin beka sorunu biter mi? Neyi, ne kadar yaparsak yapalım iyileştirme ve geliştirme adına, tam iyileşti dediğimiz yerde başka bir beka sorunu karşımıza dikilmeye başlar. Siyaset yapmayı sevmem ne eğitimcilik anlayışımda ne de yazarlık ve iletişim alanlarında siyasete girmeden “insanlık” ortak paydasında yol almayı benimsemişimdir. Ama illa ki dokunulacak şeyler de varsa onu en uygun şekilde kırıcı olmadan ifade etmek isterim.
Tarih boyunca milletler, sadece silah gücüyle değil, aynı zamanda kültürel ve manevi değerleriyle de ayakta kalmışlardır. Türkiye özelinde baktığımızda, bu toprakların en büyük gücü her daima inancı, ahlaki yapısı ve toplumsal dayanışması olmuştur. Lakin tarih bize gösteriyor ki, her dönemde içeriden ve dışarıdan bu değerleri yıkmaya yönelik girişimler olmuştur ve durmadan da olmaya devam etmektedir. Hele ki bugün, bu saldırılar farklı kılıflar, türlü türlü zümreler, acayip renklendirmeler, akılları zorlayan kelimeler ve cümleler, sözde alternatifsiz sahneler ve ışıklar altında sürmektedir. Bu yazımızda, geçmişten günümüze yaşanan benzer süreçlere, özellikle de kültürel yozlaşmayla ortaya çıkan “beka” sorununa karşı verilen mücadelelere değineceğiz.
Tarihten Günümüze Kültürel ve Manevi Mücadeleler
Tarih boyunca milletler, düşmanlarının sadece askeri saldırılarıyla değil, kültürel ve manevi yozlaştırma politikalarıyla da erozyona uğramışlardır. Hatta üzerlerine çığlar düşüp heyelanlar altında da kalmışlardır. Osmanlı’nın yıkılış süreci, Endülüs’ün yok oluşu, Selçuklu’nun gerileme dönemleri bu bağlamda incelendiğinde birbirlerinin aynısı olan benzerliklere rastlanır.
Mesela Endülüs: Maneviyatı Çökertilen Bir Medeniyetin Sonu
Endülüs, 8. yüzyıldan itibaren İslam dünyasının en büyük medeniyet merkezlerinden biri haline gelmişti. Ancak zamanla iç çekişmeler ve Batı’nın bilinçli kültürel saldırıları ile zayıfladı. Halk arasında ahlaki dejenerasyon yaygınlaştırıldı, Müslümanların inanç ve değerleri hedef alındı. Sonunda, 1492’de Granada’nın düşmesiyle, Müslümanlar ya Hristiyanlaşmaya zorlandı ya da sürgün edildi. Endülüs’ün çöküşü, yalnızca askeri bir yenilgi değil, manevi değerlerin erozyona uğratılmasıyla da bağlantılıdır. Peki, bu sahne sizce bugünle bir benzerlikler tablosu gösteriyor mu? Ne demek, tabi gösteriyor. O zaman bu tablo bizim için şu an bir beka sorunudur.
Ya Osmanlı? Kültürel Bozulmaya Karşı Direnmiş Lakin…
Osmanlı İmparatorluğu, uzun yıllar boyunca sadece savaş meydanlarında değil, kültürel ve manevi alanlarda da mücadele verdi. Özellikle Batılılaşma adı altında yapılan bilinçsiz taklitçilik, devletin ve toplumun yapısını zayıflattı. III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde başlayan reformlar, Batı’nın sadece askeri tekniklerini almayı hedeflerken, zamanla bu süreç toplumsal yapıyı da etkilemeye başladı. Özellikle Tanzimat sonrası süreçte, Osmanlı aydınları arasında Batı kültürüne öykünme hareketi arttı. Bu süreç, toplum içinde bir kimlik karmaşası ortaya çıkarttı. Dini ve milli değerlerden uzaklaşan bazı kesimler, Osmanlı’nın manevi direncini zayıflatırken, halkın büyük bir kısmı ise bu yozlaşmaya direnmeye çalıştı. Peki, bu tablo bugüne benziyor mu? Neredeyse tıpa tıp aynı.
Cumhuriyet Dönemimiz ve Manevi Direnç
Cumhuriyet’in kimi dönemlerinde, halkın manevi yapısına zarar veren çeşitli uygulamalar görülmüştür. Ancak her şeye rağmen, Anadolu insanı inancını ve kültürel değerlerini yaşatmayı başardı. 1950’lerden itibaren halkın dini ve manevi eğilimleri yeniden canlandı. Demokrat Parti dönemiyle birlikte ezanın tekrar Arapça okunması gibi adımlar, toplumun manevi dirilişinin bir göstergesi oldu. Ancak Batı’nın ve içerdeki yozlaştırıcı unsurların etkisi, medya ve eğitim yoluyla devam etti. 1980’lerden sonra ise, özellikle televizyon ve medya aracılığıyla toplumun ahlaki yapısını hedef alan yeni bir süreç başladı. Bu tabloyu kimse inkâr edemez. Ne zararlar gördük ne acılar çektik ve engellemeler, oyalamalar, başa vurmalarla yıllarımız, canlarımız ve mallarımız gitti. Şimdi bunlar beka sorunu değil de nedir? Beş yüz yıl önceki oyun ne ise şimdiki de aynı.
Günümüzde Başımızı Döndüren Kültürel Savaş ve Algı Operasyonları
Bugünkü saldırılar, tarih boyunca gördüğümüz saldırılardan daha farklı biçimlerde devam etmektedir. Kültürel emperyalizm, medya ve sosyal medya aracılığıyla topluma yeni normlar dayatmakta, gençlerin değerlerinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Ahlaki değerlerin ayaklar altına alınmasından yalancılığın bir erdem olması empoze edilmektedir. Palavracılıktan yalakalığa, nokta kadar menfaatler için virgül gibi eğilmekten silik yaşamı ve satılık bir hayat sürmeyi göklere çıkarmaya varıncaya kadar neresinden tutsan orasından elde kalacak bir hayatın her alanını “şehir çöplüğü” haline getirmek istenmektedir. Şimdi bu saydıklarımız “beka” sorunu değil de nedir söyler misiniz bana.
Dilde ve Kavramlarda Savaşı: Kültürel savaşın en önemli unsurlarından biri, kavramların değiştirilmesi ve yeni anlamlar yüklenmesidir. “Gelenek” gericilik olarak, “milliyetçilik” ırkçılık olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Ne acıdır ki bunu pompalayanlar, pompaladıkları şeyleri yapmaktan ne geri duruyorlar ne de imtina ediyorlar.
Gençlik Maneviyatla Savaştırılmak İsteniyor: Gençler, bilinçsiz bir Batı hayranlığına sürüklenirken, kimliksizleştirilmeye çalışılıyor. Diziler, filmler ve müzikler aracılığıyla ahlaki değerlerimize saldırılıyor. Moda, sosyal yaşam, yeme içme figür ve formatlar, daha aklımıza ne gelirse hepsi birer “beka” sorunu değil de nedir?
Aile Saldırı Altında Tutuluyor: Batı’nın “bireysellik” anlayışı, toplumumuzda aile yapısını zayıflatma eğilimindedir. Halbuki, Türk-İslam medeniyetinin temel taşı aile yapısıdır ve bozulması demek, toplumun çökmesi demektir. Cinsiyetsizleştirme, giyim kuşamda absürtlük, kültüre karşı, maneviyata karşı direnme psikolojisini oluşturarak toplumu yıkmak istemeleri “beka” sorunu değil de nedir?
Ne Yapacağız? Cevap: Kadim Değerlerimize Acilen Geri Döneceğiz
Bugün bu saydığımız tüm sorunlarına çözüm, geçmişten ders alarak değerlerimize sahip çıkmamızdan geçiyor. Tarih, bizim ne kadar büyük zorlukları aştığımızı ve yeniden dirilişin mümkün olduğunu gösteriyor. Esas olan şunlardır:
Eğitimde Milli ve Manevi Şuurun Güçlendirilmesi: Gençlerimize kendi tarihlerini, kültürlerini ve inançlarını en doğru şekilde anlatmalıyız. “Önce Ahlak ve Maneviyat” düsturu hayata geçirilmeli.
Medya ve Sanatta Yerli ve Milli İçeriklerin Artırılması: Ahlaki ve kültürel yozlaşmaya karşı kendi değerlerimizi yansıtan diziler, filmler ve edebi eserler üretmeliyiz. Her sakallıya dede denmeyeceği gibi her kalem tutana senarist, her laf yapana artist/aktrist, avazı çıktığı kadar bağırma ve ritimler verme özelliğine sahip olana da “söyleyici” denmeeeeeeeezzz.
Aileyi Güçlendirmek Beka Meselesinin Temel Şartı: Aile, toplumun temel taşıdır. Ahlaki eğitim ailede başlar. Nesillerin sağlıklı yetişmesi için aile yapısını korumak şarttır. Ebeveynlerin kendi aralarındaki ilişkilerden tutun da nereye ve hangi noktalara kadar yol alırsanız alın gittiğiniz her yerdeki şeyler bizim “beka” sorunlarımız ve onun çareleridir.
Dilimize Sahip Çıkmazsak Keserler: Dil, bir milletin ruhudur. Kavramlarımızı değiştirmeye yönelik saldırılara karşı bilinçli olmalıyız. Yazılı, görsel ve sözel olarak hangi yandan gelirse o yönden önlemler alıp o saldırılar “beka” meselesi bilmeli ve o yönde savaş vermeliyiz.
Lanet Olası Kültürel Emperyalizme Karşı Direnç Göstermek: Batı’nın dayattığı yozlaşmış kültürel ögeleri sorgulamadan kabullenmek yerine, kendi değerlerimizi ön plana çıkarmalıyız. Aklı kullanmak bedava kardeşim, var iken kullanmalıyız. Gittiği zaten “başın sağ olsun” derler.
Geçmişten İlham Almak Geleceğe Yürümek
Tarih boyunca nice badireler atlattık. Haçlı Seferleri’nden Moğol istilalarına, Balkan Harbi’nden 15 Temmuz’a kadar pek çok saldırıya maruz kaldık. Ancak her seferinde dirildik, ayağa kalktık. Bugün de aynı bilinçle, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarsak, her türlü yozlaşma ve saldırıya karşı dimdik durabiliriz. “Geçmişini bilmeyen, geleceğini inşa edemez.” Öyleyse, tarihten ders alıp, değerlerimize sarılarak yürümeliyiz. Türkiye’nin “bekası” için manevi ve kültürel yapımızı korumak en büyük görevimizdir. Vesselam…
Kalın sağlıcakla…