NE BU DÜNYA BAKÎ NE DE IZDIRAPLARIMIZ
Değerli dostlarım,attığımız başlıktaki “ızdırap” kelimesine bakıp da arabesk takıldığımızı zannetmeyin. Birçok acıyı barındırsa bile aslında bu kelimenin içine girip sorgulamayı ve nefis muhasebesini yaptığımızda göreceğiz ki gerçekten “Ne bu dünya bakî ne de ızdıraplarımız”.
Izdırabımızın ve ızdıraplarımızın sebebi hep eksikliğimizdir. Düşünelim bir kere; hastayız ve şifa bekliyoruz. Doktora gitmiyoruz ve ızdırabımız sürüyor. Doktora gidiyor, muayene ve tetkiklerden sonra verilen tedavi yöntemlerini uygulamıyoruz. Izdıraplarımız devam ediyor. Önümüzde derman olan şey olduğu halde ona başvurmuyoruz ve sıkıntılarımızın katlanarak devam etmesine neden oluyoruz. Bir yaşanmışlığım geldi aklıma ve burada anlatmadan geçemeyeceğim. Adanaspor ve Adana Demirspor kulüpleri liglerde güzel sonuçlar elde etmişAdana’mızın iki güzide kulübü. Turuncu beyaz renge sahip Adanaspor, mavi lacivert renge sahip Adana Demirspor. Her iki takımın taraftarları da fanatiklik derecesindedir. Bakmayın şimdilerde bu denli taraftarlık olayları göze çarpmayacak kadar az. Olay 1986 yılında, terzi kalfalığı yaptığım zamanda yaşandı. Ustam çok koyu Adanasporlu biri. Hastalandığı zamanlarda zor da olsa doktora giderdi. Yine bayağı hasta olduğu bir zamanda doktora gitti ve geldi. Bana reçeteyi vererek yazılı ilaçları eczaneye gidip almamı istedi. Hemen eczaneye koştum, ilaçları aldım ve dükkâna geri geldim. Çevre esnaflar geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi bile. Ustam, ilaçları kullanmak için hemen ilaç kutularını açmaya başladı. Haplardan bir tanesinin rengini görünce köpürdü ve hapı yere atarak üstüne basmaya başladı. Mavi lacivert olan, yani Adana Demirspor’un rengi olan hapa el kol işareti yaparak; “derdime derman bir sen kalsan yine seni içmeyeceğim” diyerek orada bulunan herkesi hem şaşırttı hem de güldürdü.
Ne oldu şimdi? Hastalığımızın derman bulmasını bile önyargılarımızla, fanatiklik derecedeki saplantılı fikirlerimizle engelleyen kimseler olmamızın kime ne faydası var? Başta kendimize kötülük yapıyoruz. Sonra da yakın çevremizden başlayarak en uzak noktalara kadar bu durumu yayabiliyoruz. Biliyorsunuz asrımız koşullarında ve yaşamımızın derinliklerinde bazen kendimize yetemiyoruz. Çıkış yolları arayıp dururken bazen daha da çıkmazlara girebiliyoruz. Halbuki bazı şeyleri yaparak, sorunları ya da ızdırapları tamamıyla ortadan kaldıramazsak bile hafifletebiliriz. Eminim çoğumuz bu hafifletme yollarına girmişizdir. Kurtulmak istediğimiz derdimiz ne olursa olsun derman aslında kalıp bir reçetede saklıdır. Ruh halimizi dinginleştiren bir dizi önlem ve tedavi diyebileceğimiz şeylerin basamaklarını şöyle sıralayabiliriz:
Herşeyin imtihan sırrı dairesinde gerçekleştiğini bilmeliyiz. Bu sırra vakıf olarak yaşamak birçok kapıyı da beraberinde açacaktır. Bu şeyin hayatımızdaki karşılığı “Tevekküldür”. Verilenler ve verilmeyenler, takdir edilenler ya da takdir edilmeyenler hep imtihan dairesinde tevekkül ile karşılanmalı. Evet, bazen bu bakış açısını kaçırdığımız zamanlar olmuyor mu? Kendi nefsime oluyor diyebilirim. Bu her ne kadar “Takdire Asilik” olmasa bile üzüntüde ölçüyü kaçırdığımız ve “Ne bu dünya bakî ne de ızdıraplarımız” düsturunu unutabiliyoruz.
Şükretmeyi de unutmamalıyız. Şükretmek, Allâh’ın nasip ettiği her şeye minnettar olmaktır. Bir insanın bize ihsanda bulunmasından sonraki gösterdiğimiz minnettar olma davranışlarını Rabbimize de göstermeliyiz. Dil ile zikri ve duayı, beden ile ibadetleri ve günahlardan uzaklaşmayı, düşüncelerimizle iyiliği telkin etmeyi unutmamalıyız. İnsanız, eksiğiz, hataya çok çabuk düşebiliyoruz. Hataya düşen biri olarak hem kendimize hem de hataya düşenlere insafsızca davranmamalıyız. Telkin etmeyi hem kendimize hem de çevremizde “seviyorum” dediğimiz insanlara karşı hassasiyetle göstermemiz gerekmektedir.
Ümitvar olmalıyız. Güneşin doğuşuyla nasıl ki karanlıklar aydınlanmaya başlıyorsa, sabredip şükrederek gösterdiğimiz davranışlar sonrasında içimiz ferahlayacaktır. Ölüm hastalığından gayri her derdin dermanı var. Ulaşabilir olmamız ya da ulaşamaz olmamız ümitli davranışlarımızı sekteye uğratmamalı. Nasip nerededir, kimin elindedir ve neyin vesilesindedir bilmiyoruz. Bu bilmeyiş aslında bizi daha çok azimli duruma getirmelidir. Psikolojik destek almasının elzem olduğu durumlarda bireylerin bu durumu takıntı yaparak o yola başvurmaması ümitsizliğe mahkûm bir yaşamı da beraberinde getirebiliyor. Izdıraplarımızla başa çıkamıyorsak, başa çıkma yollarını bize gösterecek, Allâh’tan korkan ve insanlara hakkaniyetle yaklaşan kimselerden yardım almak ümitlerimizi güçlendirecektir.
Ömrümüzde “DOSTUM” diyebileceğimiz kimseleri biriktirmeliyiz. Ne alâka ızdıraplardan kurtulma ile dost biriktirme? İnanın keskin alâka. Dost, senin için hayırlar ister. Dost, sana hayırlarla yaklaşır. Dost, en zor zamanlarda sana kol kanat olur. Dost, sana inanır. Dost, senin için çareler üretmek ister. Dost, en az senin kadar senin aile hayatını düşünür. Dost, bir şeyin üstüne üstüne gitmek yerine, seni sıkboğaz eden ve içine düştüğün, bulamadığın yollarda bir meşale olur. Dost, hakkaniyeti gözetmek düsturunu bilerek düştüğün yanlışları usulü erkanınca sana söyler. Dost, sana hep iyiliği emreder. Dost, seni kötülükten nehyeder. Dost, senin için elinden gelen insanlığı yapar ve sana, sürekli moral motivasyon olur.
Vaktimizi ve dikkatimizi başka alanlara verip yeni uğraşılar ve etkinlikler yapmalıyız. Bir düşünceye saplanmak kadar insanı uyuşturan bir şey yoktur sanırım. Yatağa uzandığında, kalktığında, yürüdüğünde, biriyle konuştuğunda, hatta ve hatta ibadetlerinde seni rahatsız eden bu olumsuzluklardan kurtulmak yeni bir olumlu etki alanına ihtiyaç vardır. Kendimizi biliyoruz ve aslında “nerelerde olursak huzura demir atarız” diye de bilebiliriz. Yeter ki insani bir düşünüş ve kurtulma halis niyetine sahip olalım.
Son olarak da ve belki de en önemlisi Yunus Emre gibi;
“Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken…
Kahrında hoş lütfun da hoş.”
Diyebilmek kadar teslimiyeti güçlü kalp inşa edebilmektir. Aciziz, eksiğiz, yanlış yapabiliyoruz, bazen elimizle yapıyoruz kötülükleri ama her şeye rağmen bilmeliyiz ki;“Ne bu dünya bakî ne de ızdıraplarımız”. Yeter ki yaşamasını, istemesini, tevekkül etmesini, şükretmesini, ümitvar olmayı, dost biriktirebilmeyi ve yenilikleri yaşamada ölçülü olmayı başarabilelim.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog