Yaşam biz insanlar için çok değerlidir. Geçirdiğimiz zamanlar bizim için büyük bir lütuftur. Verilen nimetlerin şükrünü yerine getirmemiz için büyük bir fırsattır.
Yaşam sadece doğumla başlayan, büyümekle, sosyalleşmekle, okumak ve meslek edinmekle, para kazanıp harcanmakla, uyuyup uyanmakla ve vakti saati geldiğinde ölmekle geçirilecek bir süreç değildir. Yaşam bizlere verilmiş önemli bir süredir. İnancımız gereği üzerimize düşen şeyleri yerine getirip onları korumamızla mükellef olduğumuz bir süreçtir. Rabbimizin bizlerin yapacağı kulluğa ihtiyacının olmadığını, aksine bizim kulluk yapmaya ihtiyacımız ve mecburiyetimizin olduğunu bilerek hayır ve hasenatlarımızı çoğaltma ve koruyarak ruhumuzu teslim etmeye doğru ilerlediğimiz bir süreçtir. Peki, bu süreçte nelerimizi koruyabiliriz?
İmanımızı koruyabiliriz. Allâh’ın bizlere lütfettiği imanımızı koruyabiliriz. Peygamberimizi ve kardeşleri olan Peygamberleri ve takvâ ehli olan âlimleri örnek alarak imanımızı koruyabiliriz. Ellerimizle kefenleyim kabre koyduğumuz yakınlarımızı görüp imanımızı koruyabiliriz. Dünyadan gelip geçen ve Allâh’a asi olan kibir sahibi olan insanların hayatlarını öğrenip kendi hayatımızı ve dolayısıyla da imanımızı korumalıyız. Böylece de muttaki kul olabiliriz. Muttaki kul; farzları eda edip haramlardan sakınan kimsedir.
Allâh-u Teâlâ Yunus Sûresi/62-63 mealen şöyle buyuruyor: “ Muhakkak ki Allâh’ın evliya kullarına ne bir korku ne de üzüntü vardır. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.”
Peygamber Efendimiz Kudsi bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyuruyor: “Allâh şöyle buyurdu: Her kim benim evliyalarıma düşmanlık ederse onu helak ederim.” (İmam Buĥarî “ Sahih-i Buhari / Tevazu Bölümü”)
Allâh nezdinde en yüksek ve en faziletli farz; Allâh’a ve Rasûlüne iman etmektir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyuruyor: “Amellerin en faziletlisi, Allâh’a ve Rasûlüne iman etmektir.” (İmam Buĥarî “Sahih-i Buhari/İman Ameldir Diyen Bölümü”)
Salih amellerin sahih olması için iman etmek şarttır. Her kim Allâh’a ve Rasûlüne iman etmezse Ahirette hiç bir sevabı olmayacaktır. Allâh-u Teâlâ İbrahim Sûresi/18 mealen şöyle buyuruyor: “Rabbini inkâr edenlerin amellerinin ahretteki durumu, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.”
Âyet ve hadisleri çoğaltabiliriz değerli okurlar. Bir de aşağıdaki şu noktalara dikkat ederek, yaşamımızı kulluk bilinciyle süsleyerek daha kaliteli sürdürebiliriz:
İmanımıza bağlı olarak kulluk bilincimizi koruyabiliriz. Din ilmi meclislerine iştirâk ederek din ilmimizi artırabilir, ibadetlerimizi sürekli hale getirmekle beraber çoğaltabiliriz. Rabbimizin bizim yapacağımız ibadetlere ihtiyacı yok. Biz mahlûkatların ibadet etmeye ihtiyacı vardır. Yaradan, yarattıklarına ihtiyaç duymaz. İbadetlerde süreklilik önemli bir husus olup, bu özelliğin korunması da önemli bir noktadır.
Şahsiyetimizi korumalıyız. Dünyevi hiçbir menfaat şahsiyetimizi satın alacak durumda görülmemeli ve ona mahal verilmemeli. Sahip olduğumuz değerleri iyi özümsemeli tarihi misyonumuzu bilerek ona göre davranmalıyız. “Ben yoksam kimseler yok” bilinciyle basit şeylerle satın alınabilecek bir kişilik olmamalıyız. Yeri geldiğinde, zor zamanlarda kendi kurduğumuz devleti emperyalist ve kapitalist zihniyetlerin esir almasında değil, yurdumun bir karış toprağında barındırmamak için kullanmalıyız irademizi. Kişiliğimizle, örnek davranışlarımızla etrafımıza örnek olmalıyız.
Ailemizi korumalıyız. Haramın otobanlarının açıldığı ve son sürat yapılabilecek haramları durdurmak için ailemizi korumalıyız. Televizyona ve internete bağımlı yapmaktansa aile efradımızı farzları yaptırarak, haram ve helalin önemini anlatıp yaşanmasına vesile olarak ailemizi korumalıyız. Tırnağının taşa değmesine razı olmadığımız aile fertlerimizi, bir zerre ateşin yakmasına dayanamadığımız ailemiz fertlerine Et Tahrim Sûresi 6.âyetini hatırlatarak; “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ehlinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden koruyunuz…” emri doğrultusunda ailemizi korumalıyız. Dini vecibelerimizi hatırlatmalı, bu vecibeleri canlı tutarak gelecek nesillere yetişmiş insanlar olarak ulaşmalarını sağlamak yönünde ailemizi korumalıyız.
Kardeşliğimizi korumalıyız. “Komşusu aç iken kendisi tok yatan kâmil iman etmiş sayılmaz” hadisi şerifini iyi idrâk etmeliyiz. Müslüman kardeşinin bir sıkıntısını gidermenin ahrette de Rabbimizin sıkıntılarımızı gidereceği düsturuna inanarak kardeşliğimizi korumalıyız. Ümmetin coğrafyası olmaz diyerek dünyanın neresinde olursa olsun ihtiyaç duyulan yerlere aş olmalı, ekmek olmalı, yara sarıcı, tedavi edici bir mehlem olmalıyız. İmdat edilmeden imdat çığlıklarını duymalı ve oralara yetişmeliyiz.
Komşuluklarımızı korumalıyız. Nasıl ki Ramadan aylarında iftar için birer tas çorba ikram ettiğimiz, hastalandığında yetiştiğimiz ve çare olduğumuz komşularımız varsa ve aynısıyla bize yaklaşılıyorsa bu komşuluğu korumalıyız. “Cebrail bana komşulukla ilgili o kadar tavsiyede bulundu ki, onu mirasçı bırakacak sandım” diyen Peygamber Efendimizin hadisi şerifini hiç unutmadan komşuluklarımızı korumalıyız.
Siyasi çıkarlardan, mevki makam peşinde koşmaktan kendimizi korumalıyız. Devrin adamı değil de haktan ve hakikatten yana tavır sergileyen biri olma örnek davranışını korumalıyız. Bizi satın alabilecek bir paranın ve makamın daha icat edilmediğini göstermeliyiz. Bize yaklaşanlara can suyu olmalıyız. Bizi yolumuzdan alıkoymak isteyenlere doğru yolu göstererek ve onları o yollara ileterek hayat olmalıyız.
Gençlerimizi korumalıyız. Gençleri inançsızlığın ve bataklığın pençesine düşmekten korumalıyız. Şehvet ve nefsanî diğer şeylerde bir hayrın olmadığını asıl hayır ve mutluluğun, asıl huzurun ve kalıcılığın insani yaşam vasıflarında olduğunu anlatarak ve yaşayarak gençlerimizi korumalıyız. Gençlerimizi manevi dava adamı olmalarını ve bu adamlığında yeri geldiği zaman bir asker yeri geldiğinde bir komutan olabilmeleri şuurunu yerleştirerek, birer Ebu Bekir Sıddık, Halid Bin Velid, Bilal Habeşi, Fatih Sultan Mehmed, Abdulhamid ve daha nice örnekler şahsiyetler olmalarını öğretmeli ve bunları korumalıyız.
Kurtuluş Savaşı cephelerinde milliyet ayrımına girmeden “Ümmet” olma bilincini korumalıyız. Çanakkale’de yatan şehitlerimizin mezar taşlarındaki memleket isimlerini ve şehit isimlerini insanımıza öğreterek tarih ve öz benlik şuurumuzu korumalıyız.
Musibetlere karşı sabırlı olmanın önemini korumalıyız. Asıl sabretmenin musibetlerle karşılaşıldığı ilk andaki gösterdiğimiz tepkiler olacağını anlatmalıyız. Düştüğümüz anda önce oflayıp poflamanın değil de “Elhamdulilleh” demenin asıl sabır olduğu bilincini yerleştirmeli ve bunun korunması yoluna gitmeliyiz.
Bu ve daha fazla korunacak şeyler varken fani olacak, değer kazanmak bir yana değer yitimine sebep olacak şeyleri korumanın ne kadar da ibretlik sonuçlara yol açacağı bilincini korumalıyız.
Bu dilek ve temennilerle, Rabbimizin bizleri Sıratul Mustakim’den ayırmaması duasıyla…
Gökmen CAN / eğitimci Sosyolog