‘Satrançta olduğu gibi, hayatta da önceden düşünmek iyidir.’
Kimilerinin severek kimilerinin de öylesine izlemiş olduğu ve yılın belli zamanlarında adeta ekranları istila eden “okul” dizileri tam anlamıyla yıkıcı bir unsur haline gelmiş durumda. Gençliğe ya da onu izleyen herkese “edepten” yoksun ve hayalperestliğin gerçeklerden daha önemli olduğunu vurgulayan bir diziler furyasıdır almış başını pervasızca gitmektedir. Hangi yaş grubuna ait dizi isterseniz o gruba ait bir okul dizisi muhakkak bulabilirsiniz ekranlarda.
İlkokul çağındaki yavrularımıza giyim kuşamından büyüklere karşı nasıl olmaları empoze edilmektedir. Hele bir de bu yaştakilere “sihir”, “büyü” ve “kurtarıcı” rollerindeki gerçek hayattan kopuk ve hayal dünyasının ötesine varan “ÜTOPYALARA” dalmaları, çocuklarımızı tam anlamıyla benliklerinden uzaklaştırmaktadır.
Aile içindeki kahvaltı sofraları, aile içi etkileşimler ve çocukların birbirleriyle olan konuşmaları, sözde dayanışmaları sanki yarınlarımızın altına dinamit koyma hazırlığının en üst safhasına gelinmiş olduğunun çığırtkanı gibi karşımızda haykırmaktadır.
Hele lise çağındaki öğrencileri anlatan o diziler yok mu o diziler… Diksiyonundan, kelimelerin seçimine, arkadaşlık ilişkilerinden, eğlenme seçimindeki bilinçaltı tahribatına varıncaya kadar ve hatta dizilerin isimlerinin seçimi bile edep yoksunu olduğunu ortaya koymaktadır. Hayatı dalga-dümen üzerine kurulu olan gençliğin yetişmesi, tefekkür ve muhakemeden uzak bir yaşamın seçilmesi, sadece ve sadece türlü komplolarla yalanın teşvik edilmesi zihinleri karartmaktadır. Jest ve mimiklerden tutun da, o konuşmaların iğrençlikleri adeta mide bulantısına yol açmaktadır. Yazıklar olsun ki bu dizileri bizim kültürümüzmüş gibi kabul edip de yayınlayanlara.
Üniversite gençliğini yansıtan diziler tam anlamıyla nokta koyulup, zafere ulaşıldığı (!) bir bataklık olup çıkmış. Anne babaların önceleri katı kuralları olup da sonraları çocuklarının iyilikleri (!) ve mutlulukları (!) için mecbur kalarak onların istediklerini yapmaları ailelerini kandırmaları için adeta gençlere yol gösteriyor.
Acaba hangi aile çocuklarıyla birlikte bir dizi izleyebiliyor. Kendini bilen, kültür, örf-âdet bilincinde olan aileler yüzleri kızarmasın diye televizyondan köşe bucak kaçmaktadırlar. Dizileri bırakın, onları geçtik desek bile ya mide bulandırıcı, 25.karelerin dolu olduğu reklamlara ne demeli? Sakız reklamından otomobile, gazete reklamından su reklamına, konut reklamlarından çikolata reklamlarına varıncaya kadar hep deprem etkisi yapabilen ama çaktırılmadan (!) empozenin ve emperyalizmin kokuşmuşluğu bilinçaltına zerk ediliyor.
Uyuşturucunun ortaokul sıralarına kadar geldiğini düşünecek olursak ne hale geldiğimizin fotoğrafını siz düşünün artık. Reytinglere bakacak olursak ne kadar duyarsız bir toplum olup çıktığımızı anlarsınız. Zaten internet ve görsel medyayı da ele alırsak yandığımızın feryadı kulakları patlatacaktır.
Peki, çare ne? Aslında kolay. Edepli, düşünen ve vicdanlı olan insanlarımızın oluşması maneviyata çıkmakla, din ilmini öğrenmek, yaşamak ve öğretmekle mümkündür. Hurafelerden uzaklaşıp, riyadan korunarak parmakla gösterilecek nesiller yetiştirmek tek kurtuluşumuz. Doğru yerlerde, doğru kişiler tarafından, doğru ilimleri alıp sosyalleşen nesiller gelecek nesillere güneş gibi doğacaklardır.
Unutmayalım ki değerli okuyucularımız “Ne söylersek onu işitir ve ne yaparsak onu görürüz.” İlim öğrenip amel etmemiz; amel ettiğimizle korunmamız; korunmamızla da korumamız duası ile…
Gökmen CAN / Eğitimci-Sosyolog