Evet, bayram geldi. Müslümanların aziz ve mübarek günlerinden biri daha geldi gelecek, geliyor az kaldı derken kapısındayız şimdi. Az kaldı. Saatler kaldı belki. Belki de siz bu yazıyı okurken bayramı soluyor olacaksınız. Sahi bu bayramda ne yapacaksınız?
-Anneniz babanız var ve siz onları sudan bahanelerle ziyaret etmeyecek ya da ziyaretlerini son güne mi bırakacaksınız? Ya da tatile çıkıp da bayram kutlamalarını telefonla mı geçiştireceksiniz? Anne babaların gözleri yollarda mı kalacak? Yani bizler de anne babayız ya da anne baba olacağız ileride, bizim de yaşayabileceğimizi aklımıza getiremiyor muyuz? Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
-Sorun ne olursa olsun ne kadar üzülmüş olursak olalım kardeşlerimizle bayramlaşmayacak mıyız? Bana şunu dedi, bunu yaptı, öyle baktı diye bayram kutlamasını yapmayacak mıyız? Doğrudur, üzülmüş olabiliriz lakin…Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
-Sılayı rahim denilen hayırlı amelleri de yapmayacak mıyız? Geçen bayram beni aramadı, ondan önceki bayram ben gittim ama ikram ettiği şeker kötüydü diyerek akla zarar bahaneler ardına sığınarak akrabayı taallukata mesafeyi iyice uzak ara açacak mıyız? Vay beee…Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
-Dost, arkadaş, komşu deyip de kelimelerde ve cümlelerde bırakılacak olan acaba kaçıncı bayramı yaşayacağız? Bırakın yaşam alanındaki herkesle bayramlaşmayı, karşı komşuyu bile es geçip kaçıncı bayramı sevapları elde edemeden tüketiyoruz? Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
-Sahi, iftara varana kadar “orucu” ne kadar anlayabildik ve “oruçla” bütünleştik? Gayet ferah ve refah içinde bir gün döngüsü içinde “oruçlu olmanın” hakkını ne kadar verebildik? Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
-Sahura kadar olan süre içinde ve sahur sonrası namazın ve seher yelinin en huzur veren zamanlarını ne kadar “yakışan şekilde” yaşadık. Yani göbeğimizi kaşıyarak, ekran karşısına kilitlenerek mi yaşadık yoksa bırakın faydası olan, bizi sürekli zarar ettiren cümlelerle mi harcadık şu kıymetli zamanlarımızı… Neyse, yazının sonunda ne demek istediğimi anlarsınız!
Neyse, fazla uzatmadan açık ve seçik bir şekilde yazının sonuna gelelim. Şimdi bizlerin sahip olduğu müthiş zenginliklerle kıymet bilemediğimiz güzelliklerimizi, nimetlerimizi saymaya başlayalım. Ama karşılaştırarak yapalım bunu. Yani mukayese yapalım. Duyuyorum sizleri sanki; biz mukayeseyi sevmeyiz der gibisiniz. Ben yine de yapayım. Önce kendime söylüyorum merak etmeyin. Size sıra gelene kadar acaba kendimle olan hesaplaşmamı bitirebilecek miyim bilmiyorum. Yine de yapayım.
-Gitmediğimiz anne babalarımız var ya! İşte Filistin’de ana babası olmayan binlerce insan var. Yüz bini aşkın zulme uğrayıp can veren kardeşlerimiz arasında şu anda yaşayan binlerce insanın ana babaları da var. Şimdi sağ kalanlar bu bayram ana baba elinden, sevgisinden, şefkatinden mahrum olacaklar. Onlara sorsanız ana babanız bu bayramda yanınızda olsun diye neler verirdiniz? Onlar şu anda neyi verirlerse versinler ama asla geri gelemeyecek bir yaşamdayız. Ama biz bir şeylerimizi vermeye değil sadece “evlat” olup ana baba hakkı bilerek davranmalı ve ana babayı ihmal etmemeliyiz. Sebep ne olursa olsun asla ihmal etmemeliyiz.
-Yıkılan, viran olan, yerle bir olan, adeta dümdüz bir yer halini alan Gazze sokaklarında kaybedilen binlerce kardeşin izleri var. “Keşke” ifadeleriyle belki yaşıyorlardır şimdi. Ne verirlerse versinler bir daha geri getiremeyecekleri kardeşlerinin hayalleri, seslerinin kulaklardaki eserleriyle yaşamaya mecburlar şimdiden sonra. Ama bizim kardeşlerimiz yaşıyor. Nefes alıyor bizim kardeşlerimiz. Bizim kardeşlerimiz ayrı şehirlerde olsa bile bizimle birlikteler. Bu birliktelikleri, yokluklarındaki dövüneceğimiz saçma sapan şeylerle tüketmeyelim. Hatta heba etmeyelim. Bakın, Gazzeli binlerce Müslüman, kardeşleri olmadan bayrama girdiler.
Akraba, dost, arkadaş, komşu ve adına ne derseniz deyin, birlikte gün geçirdiğimiz ve saatleri paylaştığımız kimselerle de her günü ömrümüzün son günü, yaşadığımız bayramı da son bayramımız olarak değerlendirerek bize yakışanı yapalım. Çünkü Gazze’de, Filistin’de, Yemen’de, Suriye’de, Arakan’da ve dünyanın dört bir yanındaki mazlum İslam coğrafyalarında değil akraba, dost, arkadaş ve komşu, onların barındıkları evleri, mahalleleri ve izleri bile yok. Her şey yerle bir! Bu bakımdan her ne kadar gönlümüz yerle bir olursa olsun, yeter ki bayramlarda “biz” olalım ve unutmayalım.
Yirmi iki gün boyunca ve sadece yirmi ikinci günde ele geçen sadece bir hurmayla mı iftar ettik yoksa…Yoksa…Neyse! Bir hurmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamamız için ille de Filistinli, Gazzeli olmaya, oralarda yaşamaya gerek yok. Ama hovarda davranırsak o hadiseler çok da uzak değildir kanımca.
Ailemizin, ana babamızın, eşimiz ve evlatlarımızın, çocuklarımız ve akrabayı taallukatlarımızın, dost ve arkadaşlarımızın, komşularımız ve diğer paydaşlarımızın kıymetlerini bilelim. Gönlümüz ve memleketimiz “Gazze” gibi “Gazel” olmadan baharların ve yazların kıymetini bilelim. Karakışları hatırlayıp her türlü tedbirimizi alalım ki yarın bize de tıpkı Gazzeliler gibi yardım kolileri gönderilip binlerce habere konu olmayalım. Bugünümüzü kıymetli bilip kıymetini bilelim.
Tüm İslam aleminin bayramlarını tebrik eder, bu bayramın “Vahdete” vesile olmasını Yüce Mevla’dan niyaz ederim.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog