”Nostaljik giyimli arkadaşımız”
Dört kafadar öğrenci Türkiye’nin en güzel üniversitelerinden birinde Tıp fakültesinde okuyorlardı. Dersleri de iyi sayılır ve çok ta iyi arkadaştılar. Son sınıfa gelmişler ve gelecekleri ile ilgili çok güzel hayaller kuruyorlardı.
Birisi baba mesleğini seçmiş, babası gibi çok iyi bir doktor olacağı hayalinde idi.
Diğeri bürokrat oğlu olmasına rağmen, insanlığa hizmet için doktorluğa merak sarmıştı.
Diğer uzun saçlı ise hatırı sayılır biz iş adamının oğlu idi. Hem ticarete kafası yatıyordu, hem de okumayı çok sevdiği için doktorluk mesleğini yapmak istiyordu.
Nostaljik giyinen arkadaşları ise en girişken ve en çalışkanları idi. Etrafını hep güldürürdü. Giyime çok dikkat etmediğini söylerdi ama her zaman temiz, uyumlu ve nostaljik giyiniyordu.
Nostaljik giyinen ve her zaman programlarına uymasa da genelde hep beraber gezerler, ders çalışırlar, sosyal ve kültürel aktivitelere katılırlardı. Son sınıfa kadar hep böyle geçmişti.Bazen nostaljik giyinen arkadaşının gözleri kanlı olduğunu görürlerdi;
“Çok çalışıyorsun oğlum, otlar yerde kalmadı” gibi türden kelimeler ile şakalaşırlardı.
Başka da akıllarına bir şey gelmezdi, çünkü sınıfın en çalışkan ve gözde öğrencisi idi.
Son sınıfın son ramazanı gelip çatmıştı, nostaljik giyinen arkadaşın olmadığı bir zamanda beraberce iftar programı yapmak için programlar düzenlemişler ve ilk sürprizi de nostaljik giyinen arkadaşın evine gitmeye ve orada oruçlarını açmaya karar vermişlerdi. Daha sonra da sırası ile birbirlerine geleceklerdi.
Ramazanın ilk günü iftar saatine yaklaştıklarında bir yerde toplanıp o arkadaşlarının evine doğru gidiyorlardı.
Arkadaşı kim bilir ne kadar çok sevinecekti. Büyük bir sürpriz yapacaklardı ona, “eminim o da şaşıracaktı” diye içlerinden düşünmeye ve gülüşmeye başladılar.
Nefis yemekler de onları bekliyordu tabiki. Çünkü ramazanın ilk günü idi. Kendi evlerinde neler vardı neler, yarısının tadına bile bakamazlardı çoğu zaman iftar yemeklerinde.
İşin ilginci ise arkadaşlarını hiç evlerine bırakmamışlardı. Ama iyiki adresini okuldan bulmuşlardı.
Navigasyon sayesinde lüks arabaları ile çok eski bir binanın önüne kadar geldiler, galiba diyorlardı;“nostaljik giyinen arkadaşları nostaljik bir evde yaşıyordu”.
Sokaktaki ilk çocuğa sordular çünkü ezan okunmak üzere idi. “Ufaklık bakarmısın? Bizim bir arkadaşımız olacaktı, tıpta okuyan Garip tanıyor musun?”
Afacan çocuk “ tabiki tanıyorum, abim o” diye bilgiç bilgiç cevap vermişti.
Üstü yırtık ve tozlu olan çocuğa bir baktılar bir anlam veremiyorlardı, nasıl olur da arkadaşlarının kardeşi olabilirdi. Ama arkasından yürüdüler mecburen.
Galiba bugün gerçekten sürprizler olacaktı.
Bodrum katına inince daha da şaşırıyorlardı, 6 yıl birlikte okudukları arkadaşları ne sürpriz hazırlıyordu onlara. Önceden tahmin etti de şakamı hazırlıyordu?
Sonunda kapı açıldı ve nur yüzlü bir anne kapıda karşılıyordu; “ buyrun evladım kime baktınız?”, “şey anne biz arkadaşımıza nostaljik giyimli Garip arkadaşımıza bakmıştık ama yanlış mı geldik acaba?
Birden arkadaşları diğer küçük odadan çıkıvermişti. Hepimiz şaşırmış bir birimize bakıyorduk. O sessizliği önce annesi sonra da ezan bozuyordu.
Anne “evlatlarım buyrun soframıza” insanlar rızkı ile gelirlermiş sesi ile içeri davetsiz olarak geldiğimiz eve girdik. En büyükleri bizim arkadaşımız ve 4 tane daha küçük çocuk ve anneleri ve bizler.
Eski halının üzerindeki sofranın etrafına çömeldik. İlk defa yer sorasında yemek yiyecektik. İşin ilginci elimizde boş gelmiştik…
Sofra da sadece nefis kokan bir tas tarhana çorbası, bayat ekmek, bir de su.
Su ile orucumuzu açtık ve tarhana çorbasını kaşığımız ile içmeye başladık ki hayatımızda yediğimiz en güzel çorba idi. Sadece çorba ile de doyuluyormuş meğerse…
Hepimiz çorbamızı yudumlarken hayallerimize dalmıştık, kendimizden utanıyor, vurdumduymazlığımıza hayıflanıyor, ilgisizliğimize üzülüyor,en samimi arkadaşımızın halinidahi bilmiyorduk. Giydiği elbiselerden bile anlamıyor, nostaljik takıldığını sanıyorduk.
Bizler hayal dünyasında yaşıyorduk. Ülkemizin geleceği için neler yapacağımızı tartışıyor ve projelerimizi bir bir anlatıyor idik. Ama, işte en yakın arkadaşımızın derdini bile bilmiyorduk.
Okula gözleri kanlı geldiği zaman sabaha kadar ders değil de başka işlerde çalıştığını bile çözememiştik.
İyi ki ramazan vardı, iyi ki oruç vardı, bizleri uyandırmıştı.Bu tecrübe ile de galiba çevremizi tanıyarak yeni bir hayata başlayacak idik…
O zor şartlarda nasıl ders çalıştığını ve sınıf birincisi olduğunu ise hala anlamıyorduk…
Prof. Dr. Hamdi Temel