“Zamanla anlıyorsunuz, insanların kavgaları sizinle değil. Gerçekleşmemiş kişilikleri, sevilmemiş çocuklukları, sahte başarılarla gizlemeye çalıştıkları öz değersizlikleri iledir. Gösterilen kötü tavırları kişisel almayın, siz bu savaşın sadece nesnesisiniz. Bazen tek sorun, öznenin kendisi olmaktadır. Ne yazık ki de ömür, kişiliği oturmamış insanları idare etmekle geçiyor.” (Alıntı)
Yukarıdaki alıntıyı sabah mesajlarımda görünce çok etkilendim. Kardeşim Nihat ile çoktandır hasbihal etmiyor, uzun soluklu konuşmuyorduk. “Evladım” olarak gördüğüm Nihat’ın gönderdiği bu alıntı aslında çoğumuz açısından rahatlatıcı bir ifadeler bütünlüğü. Ne de güzel ifade etmiş yazan kişi. Ne de doğru bir tespite imza atmış. Taraflı tarafsız herkesin katılacağı bir ibare olduğundan şüphe etmiyorum. Çünkü yaşam döngümüz içinde en uzaktan en yakına varıncaya kadar bu tipteki insanlara rastlamak ender bir hadise değildir. İnsan; biyolojik, psikolojik ve sosyal bir realite olmasıyla gerek kendi hayatına gerekse de çevresindekilerin yaşamlarına olumlu ya da olumsuz damgalar vurmaktadır. Bu damga olumlu ise ne mutlu onlara; her iki taraf da kazançlı çıkar. Amma olumsuz ise vay o iki tarafın da haline. Kötülükleri, aymazlığı, kalitesizliği, egoları, gelişmemiş kişiliği, güzele alıştırılmamış dili ve fesattan kurtaramadığı kalbi ile var olduğunu ispata çalışan kimselerin ziyanı özellikle kendisine de akıllarının alamayacakları kadar çok olacaktır.
Söze mevzubahis insanlar yaralarlar. Karşısındakileri çok yorarlar. Sonra da sanki kendisi yaralanmış gibi de davranırlar. Halbuki onlar, gün gibi ortada olan yapıp etmelerinden bi haber yaşamayı kendilerine bir yaşam felsefesi olarak benimsemişlerdir. Kendi davranışlarını kontrol edemeyen, hep “ben bilirim” nefsi batmışlığıyla yaşadığını zannedenler. Onlar da elbet bir gün gerçeklere toslayacaklardır. Ne kendisine kol kanat olanlar ne de onları ayakta tutmaya çalışan kendi gibi kişiliksiz kimseler büyük bir hüsrandan kurtulamayacaktır. Çünkü ne zalimin kendisi ne de zalimin zulmü bakî kalmayacaktır. Gerçeklerin, “ortaya çıkmak” gibi bir özelliği vardır.
Nihat kardeşimle her konuşmamda yeni şeyler öğrenirim. Konuşmamızdan sonra bana şu cümleleri yazdı: “Abi, biliyor musun, zamanımızın en büyük yoksulluğu ne parayla ne pulla ve ne de mevki makamladır. En büyük yoksulluk vefâsız olmak, zalim olmak, merhametsiz olmak, kibirli olmak, kendini dev aynasında görmektir. Neyi kazanacaklarını bilmeden sadece karanlıklara hapsettikleri benliklerini tatmine çalışan kimselerin evvela kendi hayatlarını analiz etmeleri gerekmektedir. Bunu yaptıkları, objektif davrandıkları zaman hem kendisi düzelme yoluna girecektir hem de çevresinde itibar kazanan, hayatlara güzel dokunuşları gerçekleştiren birer can olurlar. Hani sokak jargonu olarak da çokça kullanılan “adam olma” özelliğini kazanırlar. Aksi halde “adamlık” denilen şey kraldan fazla kralcı olmakla ya da popomuzu koyacağımız bir yer için bin bir takla atmakla kazanılmıyor. Yerinde insanî ilişkileri geliştirmek, hakkaniyet ölçüsüne dikkat etmek, diline, beline ve eline sahip çıkmak gibi önemli kriterleri kaybetmemek aslında kazanılacak insanî zaferlerin ayak sesleri olacaktır. Aksini yapıp nazif ve naif davranış kamuflajını giymek ne kadar zeki olunursa olunsun tepetaklak olmaya engel olamayacaktır. Çünkü bilinmelidir ki hayat denilen şey o kadar adildir ki…sular yükselince balıklar karıncaları yer, çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kime yem olacağında “suyun akışı” önemliyse hayatta zalimle mazlumun durumunda da “İlâhi Adalet” etkin olacaktır. Hani atalarımızın güzel bir sözü vardır, herkes bilir: “Keser döner sap döner, er geç pişman olursun. Gün gelir, hesap döner, ettiğin bulursun.” Ve yine bilinmelidir ki: “Rüzgâr eken fırtına biçmeye hazırlıklı olmalıdır.”
Kıymetli dostlarım, kardeşim Nihat’ın bu sözlerine ek olarak, insanı “adamlık” sınıfından çıkartan bu gibi durumlara düşmemesi için Mevlana’nın nasihatini iyi bellemelerinin yerinde olacağını düşünüyorum. İnsanlığı özümseyen kişi; “Zannetmeden önce öğrenmeli, yargılamadan önce anlamalı, yaralamadan önce hissetmeli ve konuşmadan önce de düşünmelidir.” Her davranışı kendinde yapma hakkını bulan kimseler karşı tavır sergilediğinde feryat etmemeli, kimseyi itham etmemelidir. Bir örnekle daha açacak olursak: Kişi hak etmediği, ikili ilişkiler ve ekonomik güçlerin kullanımıyla bir statüye gelir. Halbuki bu yer ona on gömlek büyüktür. Liderlik ya da yöneticilik vasıflarından yoksun, gelişmemiş insanî arzularını tatmin etme yolunda başkalarına verdikleri ezadan sonra, zalime karşı mazluma hami olan kimselerin varlığı neticesinde mazluma “liyakatsiz” ya da “torpilli” sözlerini savurması ya da iftiralar atmasına benzemektedir. Bir an önce dev aynasının karşısından ayrılmalı ve kâinattaki küçüklüğünü ve “hiçliğini” anlamalıdır.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar