Dünya, yaşayanları tarafından oluşturulan kâbuslara mahkûm edildi. Milliyet ve sınırlara bakılmadan topyekûn bir tecrit edilme süreci başlatıldı ve devam ettiriliyor. Evet, herkesin malumu olduğu üzre Covid 19, namı diğer Koronavirüs salgınından bahsediyoruz.
Nerede, nasıl, kimlerce, hangi plan üzerine, nelerin amaçlanarak laboratuar ortamında oluşturulup dünyaya servisi edilen bu salgınla hedeflenen şey nedir? Bazen zor ve çetrefilli zamanlarda karşımızdaki bireye; “Aklımda deli sorular” deriz ve durumun izahını ya da hissiyatımızı bildiririz. Şimdi de öyle bir zaman. Ülke olarak değil, neredeyse tüm dünya yaşayanlarının akıllarında “deli sorular” var. Belki de tam olarak yapılmak istenen şey de buydu. Yani insanları “deli sorulara” mahkûm edip, anaforda yaşamaya çalışılanların dolduracağı bir dünyada baki olmayacak bir hazla vahşi ve insanlıktan uzak duygular tatmin etmek düşüncesi!
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte büyük kitleleri hegemonya altına almak daha da kolay bir hal aldı. Dilediğin yeri ve kültürü, dilediğin cendereye sokup kendine hizmetkâr hale getirebiliyorsun. Askeri güç ya da uşakların sayısını artırarak insani gücü maksimuma çıkartmadan komutanlık yapabiliyorlar. Karşı koyulmaz güce sahip olduklarını yazdıkları kitaplarla ve özellikle gelişmekte olan ülkelere pompalayarak zihinler bulandırılıyor. Beyaz perdeye aktarılan sapıkça arzuların efektlerle insanları hipnotize edilmesi de bu amaçladır. Misal Covid-19 salgını ya da virüsü ile ilgili yıllar önce yapılan film/filmler ve şaibeli isimlerin yaptıkları toplantılarda hastalığın isimleri zikredilip nelere yol açabilecek güçte bir virüs olduğunu söylemeleri ve bunu da bugünlerde medyaya servis etmelerinin arkasında olan şey ne? Korkutmak, kaosa yol açmak, dünyayı isyan ettirir hale getirmek ve hapsetmek temelli bir yeni vizyon korkuyu dünyaya servis etmek kimlerin işine gelir bir düşünelim.
Sürekli söylüyorum, dünyada olan şeyler tesadüfî değildir. Bir plan dâhilinde yapılan ve asıl amaç dünya nüfusunun %99.9 unu köle durumuna getirmek olan bu hadiseler çıkış yolu olmayan şeyler değil. Kendilerini dünyaya süper güç diye pazarlayanların sahte kahramanların fırlatılan taşlara yenik düştüğü bir dünyada yaşıyoruz. En korunaklı diye lanse edilen yerlerde yaşayan aile fertlerinin hastanelere, yoğun bakımlara kaldırıldığı bir dünya burası. Zalimlerin zulmünün devam etmeyeceği yerdeyiz. Ama inanın, tahvillerini satıp dünyayı yapay korkulara mahkûm ederek rahatça para basarak devletleri değersiz hale getirecek kim varsa hepsini müthiş bir son bekliyor. Bu sonu ise Türkiye gibi birkaç tane Türkiye getirecek.
Ülkemle gurur duyuyorum. Ülkem adına yöneticilerimle gurur duyuyorum. Son on yıl içinde yapılacak hareketleri önceden tahmin edip eldeki verilere göre hareketler planlayan ve hazırlıklarını yapan devletimle gurur duyuyorum. Aldığı tedbirleri ve yıllar öncesinden yapımına başlanan şehir hastaneleri projeleriyle iftihar ediyorum. Şehir hastaneleri ki şu anda eğer sağlık sistemimiz dimdik ayakta ve dünya ülkelerine ve hatta süper güçler diye pompalanan ülkelere amiyane tabirle beş çekiyorsa, boşa yapılan bir çalışma olmadığı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen hala eleştirmek akıl ve izan işi değildir. İnsanlarını kaldırım kenarlarında ölüme terk etmiş ve yaşlılarını ölüme teslim etmiş ABD, İtalya, İspanya, Almanya, İngiltere ve bakacağımız onlarca ülkeye göre ne denli ileride olduğumuzu görüyor ve bir kez daha bu hastaneleri yaptıranlara teşekkürü borç biliyorum. Sınırları güvenli hale getirmek suretiyle korunmayı en üst düzeyde gerçekleştiren azimli ve vatansever insanlarımızla gurur duyuyorum. Yaşlılarına ve gençlerine değer verip de her türlü ekonomik ve sosyal tedbirleri en iyi sosyal analizleri yaptırarak oluşturan bakanlarımla gurur duyuyorum. Ülke adı ve kültürleri bir kenara bırakarak dünyaya insanlık dersi veren ve asıl insanlığın nasıl olacağını gösteren devletimin iradesine hayran kalıyorum.
Alınacak tedbirler bizi sokmak istenilen olumsuz durumlardan daha zayıf değil. Biz korku ütopyalarına esir olacak bir ülke değiliz. İnancımız gereği ihtiyaç sahibi olan herkese yetişmek düşüncesiyle yaşayan bir milletiz. Tarihimizi bilenler ne demek istediğimizi daha iyi anlarlar. Biz, insanlara cip takmayı düşünerek birer robot haline getirmeyi düşleyen bir devlet değiliz. Biz, bizden olmayanları her türlü esarete mahkûm edip çaresiz bırakacak bir devlet değiliz. Biz, mazlumların imdadına koşan, koşarken de gördüğü hiçbir şeyin tehlikesinden korkmayacak kadar insanlık şuuruna sahip insanlarız.
Biz ilim ve irfanı insanlığın selameti için kullanan bir milletiz. Bu nedenle yapılan çalışmalar asla esarete bekçilik yapılsın diye yapılmıyor. İnsan eliyle yapılan, koordineli tüm insafsızlıkların önüne geçecek çalışmaların önüne geçmek için çalışmalar yapan bir milletiz. Tarihi şahsiyetlerimize bir bakarsanız daha iyi anlarsınız. Bin küsür yıllık Anadolu ve dünya tarihinde bir defa bile zulme rastlayamazsınız. Hangi olayı bulursanız evvela perdenin arkasına bakmanızı tavsiye ederim. Son yirmi yıl içinde oluşturulan türlü salgın hastalıkların arkasında kimlerin ve neleri gerçekleştirmek için çıktığını iyi araştırmanızı rica ediyorum. Kuş gribi, domuz gribi, hiv, ebola ve sars türü salgınların nasıl ve ne amaçla çıkartıldığını bir araştıralım. Gizli kalınmayacak kadar gerçek olan gerçeklere ulaşmak çok basit. Bu nedenle oluşturulmak istenilen korkulara yenik düşmeyelim.
Bizleri geçici sevdalara, niteliksiz muhalefet yapmaya, at gözlüğü takarak olaylara bakmamızı sağlamalarına, korkularımıza yenik düşürmelerine izin vermeyelim. Tedbirler çerçevesinde alınan kararları tatbik ederek var olmaya devam edelim. Sapıkça, vahşi ve insanlıktan nasibini almamış zihniyetlerin oluşturduğu korku senaryolarına esir düşmeyelim. Unutmayalım ki maddi ve manevi temizliği içine sindirmiş, hayat felsefesi haline getirmiş ve en olumsuz ve çıkış yolu olmayan gibi görünen durumlarda bile coğrafyalara can suyu olmuş bir devletiz. Biz inanan insanlarız. Bu yaşananlara baktığımızda ne olursa olsun inancımıza göre tam bir teslimiyet içinde olmalıyız. Velev ki insalar eliyle olsada bu yaşanan hadiselerden ibret almalı, kulluk vazifesi noktasında kâmil bir Müslüman nasıl olunur diye çaba sarf etmeli, ölümün bize ulaşma ihtimalinin koronanın bize ulaşmasından daha önceliklli olabileceğini de tefekkür ederek ahiret hazırlırlığımızı bu minval üzere tesis etmeliyiz. Yaşanan bu süreci iman varsa imkân vardır diyerek devletimize, yöneticilerimize toplumumuza azami destek vererek her zorluğu yenebilecek bir toplum olduğumuzu göstermeliyiz. Hamdolsun korkuların esir aldığı değil, korkuların boşa çıkartıldığı bir milli yapıya sahibiz. Senaryolara yenik düşenlerle düşmeyenlerin farkı burada zaten.
Merhum Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirinin son kısmını zikredip, selamette kalıp salim yarınlara ulaşmak duasıyla, Allâh Devletimizi Milletimizi koruma niyazı içerisinde yazımıza son veriyoruz:
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Gökmen CAN/Eğitimci Sosyolog