Futbol oynayamıyor, basketbol topunu süremiyor, voleyboldan uzak duruyor, şiir yazamıyor, resim kâğıdında kalem oynatamıyor ya da ne bileyim sesimiz kötü veya nota bilgimiz olmadığı için ritimleri yakalayamıyorsak üzülmeyelim. Çünkü hayatımızı yapamadıklarımıza üzülerek geçirecek kadar değersiz değildir. İlla ki yapacak şeylerimiz olacaktır. Evet, yetenek birçok şey için elzem ama en büyük şeyleri belli başlı fıtratî şeylere yönelerek başarabiliriz. Hem bunları yapmak için de yeteneğe gerek de yok. Yani “sıfır yetenek.”
Yazdıklarımızı okuyan arkadaşlar sıraladığımız şeyleri yapmanın bile yetenek işi olduğunu savunabilirler ama “insan olma” olgusunu kavramanın verdiği azimle“az bir dikkat” ile “yetenek-siz” olursunuz. Teyzemin oğlu, kıymetli ağabeyim,Kamu Yönetimi Uzmanıİbrahim Uzun’un benle paylaştığı ve yeni ufuklara yelken açmama yarayan “sıfır yetenekle” neleri başarabilir ve bunun üzerine hayatımızı nasıl rayına koyabiliriz gerçeğinin kilit taşlarını içeren alıntıyı şöyle genişletebiliriz:
Dakik olmak. Bu husus en önemli şeylerdendir. Yaptığımız iş her neyse onda dakik olmak, zaman yönetimine hâkim olmak olası bir engellemenin ya da sorunun önünü kapatacaktır. Daha somut bir ifadeyle örnekleyecek olursak; zamanında dersini yapan öğrenci, işine zamanında giden bir çalışan, sabahın bereketinden faydalanmak isteyen bir esnaf, hazırlığını zamanında yaparak vaktinde çıkan hane halkı sıkıntılara mahal vermemiş olur. Başarısızlığın, azar işitmenin, kazançtan mahrum olmanın ve çıkabilecek hır-gürültünün veya takışmanın önüne geçilebilir.
Etik çalışmak. Ev hanımlığından şirket genel müdürlüğüne varıncaya kadar, sporcu, sanatçı, işçi, memur, esnaf ya da başka bir mesleğe mensup olanların başta temel insani etik kurallar ve sonrasında da kendi sahasında hayatın ve mesleğin etik kurallarına göre sürdürülen yaşamlar huzur ortamının oluşturucularıdır. Evine bağlı bir eş, emeği ile var olan bir çalışan, ahlaki değerli muhafaza eden bir sporcu, örnek bir siyasetçi, doğruluktan şaşmayan bir esnafın, devletin verdiklerini emanet olarak bilen memurların oluşturacağı bir toplumun sıkıntılarının aşılamaz olduğunu düşünebilir miyiz? Tabi ki de hayır.
Çaba sarf etmek gerekir.“On dönüm bostan, yan gel yat oğlum Osman” felsefesi ya da “armut piş ağzıma düş” veya “komşuda pişsin, bana da gelsin” yerine en kolaydan en zora varıncaya kadar çabalayarak bir yere varılabilecek olmanın hakikatine vararak yaşamalıyız. Bir lokmayı bile çiğnenmeden yutamayacağımızı, bir suyu usulünce içemediğimiz zaman boğulabileceğimizi unutmadan yaşamalıyız ki çabalamanın ne demek olduğunu anlayabilelim. Mutluluk, huzur, birlik ve dirlik sözle elde edilemez. Başarı çalışmakla, çabalamakla ve dirayetli olmakla mümkün olur.
Pozitif olmak. Diğer bir ifadeyle olaylara olumlu bakmaktır. Sorunlardan şikâyet etmek yerine onarıcı bir yol izlemek. Bıktırmak yerine müjdelemek, umutsuzluk yerine karanlığa bir mum yakmak, gözleri kapamak yerine bakılan pencere sayısını artırma, pes ettirme yerine lokomotif olma ve olumsuzlukları gözün içine sokmak yerine kurtuluşu yakalatacak bir hüzmeyi yakalatmak gerekir. Sürekli şikâyet, sürekli negatif bakmak, sürekli usanmışlıksendromuna hapsolma, sürekli önyargılar ve ruhu karartacak eylemler yapmak yerine doğan her yeni güne bin bir umutla sarılmayı ve bunu da çevremize telkin etmeyi denemeliyiz. Kaybedeceğimizi düşünmeyelim. Denemesi bedava. Hem bu havada beşli salto yapmaktan daha kolay. Korkuya esir olmaktan daha kolay. Yeter ki isteyelim.
İstekli olmak. Başarmanın yarısı istemektir. Şifa bulmanın temel şartı istemektir. Yapabilme azmini kazanmanın ve devam ettirmenin gücü istemektir. Düzelmenin ilk basamağı istemektir. Kötülükten arınmanın start çizgisi istemektir. İstemek bu kadar güçlü ve pratik çözümleri yakalatan bir şey iken aksini yapmak hımbıllıktan başka bir şey değildir. Unutmayalım ki istemekle hem kendimize hem evimize hem toplumumuza hem de insanlığa bir adım attırabiliriz.
Öğrenmeye açık olmak. Matematikten anlamıyorum, coğrafya zor geliyor, fen çok ağır, kalfamdan bir şey anlamıyorum, iğneyi tutamıyorum, okuduklarımı aklımda tutamıyorum, bahçe işine yabancıyım bu yüzden bir şey yapamam türünden bahanelere sığınmak yerine alıcılarımızı açık tutmak ve öğrenme eyleminin içine girmek çok şeyi değiştirecektir. Kapalı kapıların ardında kaldığımız sürece ne kendimizin ne de bir başkasının bir faydasını göremeyiz. Kapıları kapatmadan, olumsuzluklara şartlanmadan, bahaneleri sıralamadan, vazgeçmişlikle uyuşmadan, havayı rüzgârlı ve güneşli deyip de pencereleri-perdeleri kapatmadan yaşamaya adım atmalıyız. Öğrenmenin hayatın kendisi olduğunu kavramalıyız.
Destekleyici olmak.Başta, kendimize en büyük destekçinin yine kendimiz olduğunu kabul etmeliyiz. Destekleyen bir duruş, ardından motivasyonu yükseltir. İyi şeylerin savunucusu olmak, güzellikleri imar edenlerden biri olmak, mamurluğun el değeni olmak, sevmenin tarafı olmak, umut yeşertmenin tebessümü olmak, güzel düşünebilmenin kelimeleri olmak, yorulmamanın enerjisi olmak, başarının mimarlarından olmak bize kaybettirmez. Kazanabilmek ancak kazandırmakla olur. Bu da başta kendimize kazandırmamız, kendimize güç kuvvet olmamızla olur.
Kibar olmak. Tüm sıraladığımız bu şeyleri yaparken de kibar olmayı elden bırakmamalıyız. Önce kendi duygularımızı hoyratça kullanmamalıyız. Kendimize kaba olmamalıyız. Çevremizdekilere itici olmamalıyız. “Yılanı deliğinden çıkarmanın” bile bağlandığı dili kullanmadaki kibarlığa bağlandığı şu hayatta kaba olmakla kaybetmenin eş değer olduğunu bilmeliyiz. Kötü söz sahibine zarar verirken söz söylenen kişileri de kaybettirir. Bu nedenle aynaya baktığımızda gördüğümüz kişiden tutun da topraktaki karıncaya bile kibar olmalıyız. Eleştiri yapmaktan yermeye varıncaya kadar göstereceğimiz kibarlık, toplumumuza huzur, başarı, mutluluk, birlik ve beraberlik olarak geri dönecektir. Hem bunun için de “sıfır yetenek” yeter!
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar