Bazı kavramları görüp okuduğumuzda ya da işittiğimizde hemen karıncalanmış gibi hareketlenebilme ihtimalinin yüksek olduğu bir varlığız. Yaşımız yetsin yetmesin, bilelim veya bilmeyelim, anlayalım ya da habersiz olalım, nerede ve ne olursak olalım vazgeçemeden en çok sergilediğimiz davranışlar/sözler hep siyaset temellidir. Toplumsal yaşamın aklımıza gelebilecek tüm mecralarında; bireylerin bir arada yaşadığı, paylaştığı ve etkileşimde/iletişimde bulunduğu karmaşık bir yapıda gerçekleştirilen bu “yön” kimi zaman kazandırırken kimi zaman da kaybettirebiliyor.
Toplumsal yapı içinde siyasetin rolünün büyük olduğu yadsınamaz bir hakikattir. Bu hakikat içinde yerini almış bir kurum olan siyaset, bireylerin ve grupların hak ve sorumluluklarını belirleyen, düzenleyen bir mekanizmadır. Ancak, siyaseti ön plana almadan sadece insani değerler çerçevesinde bir toplumsal yaşam sürdürmek mümkün müdür sorusu, derin ve çok yönlü bir tartışmayı da başlatacak niteliktedir. Çok rahat şekilde tartışılabilecek ve argümanlarla da temellendirilebilecek bir konudur. Tabi kim kimi ikna eder bilinmez lakin siyasetin varlığının da yokluğunun da etki oranına sahip olduğunu da biliyoruz.
Bilirsiniz insani değerler dediğimiz olgular, sevgi, saygı, hoşgörü, yardım etme, empati kurma ve adaleti tesis etmek gibi evrensel prensipler üzerine kurulur/kuruludur. Bu değerler, insan ilişkilerin temelini oluşturur. Aynı zamanda da toplumsal uyumu sağlar. Bir toplumun temel taşları olan bu değerlerler bütünü veya değerler manzumeleri, kişisel çıkarlar ve güç mücadeleleri bir kenara itildiklerinde, insanların barış içinde ve dayanışma içinde yaşamasına alan oluşturmuş demektir.
Güncel ve lügat olarak siyaset, toplumların yönetimleri, sahip olunan ekonomik kaynakların dağıtımı/bölüşümü ve artırılmasını, sosyal düzenin sağlanması için kullanılan bir araçtır. Bu araçların varlığı ve nitelikleri siyasetin uygulayıcıları olan devletlerin geçmişleri, kültürleri, maddi manevi dinamikleri ve zenginlik fakirlikleriyle yakından ilgilidir. Siyasetin bir bilim halini aldığı yaşadığımız ve içinde bulunduğumuz modern zamanda demokrasi, monarşi, oligarşi gibi birbirinden nitelik ve uygulamaları çok farklı olan yönetim biçimleri, siyaset biliminin konularındandır ve her biri birbirinden farklı olan sistematik lokomotifler toplumun işleyişini farklı şekillerde etkilerler. Ama her şeye rağmen; tüm niteliksel ve niceliksel farklılıklara rağmen siyasetin temel amacı, toplumsal düzeni sağlamak ve bireylerin haklarını korumaktır. Ancak, siyaset bazen bireysel ve grup çıkarlarının çatıştığı bir alan haline gelebilir/gelmiştir/gelecektir/önü alınamayan nefsi at koşturulan en serbest alanların başında gelir.
Peki, bu kadar alengirli bir dünya olan “Siyaset” olmadan bir toplum varlığı mümkün müdür?
Tarih boyunca bazı topluluklar, siyaset olmadan yaşamayı denemiştir. Her ne kadar küçük ölçekli köy toplulukları veya yerli halklar, liderlik ve yönetim sistemleri olmadan, insani değerler çerçevesinde yaşamaya çalışmışlarsa bile maalesef “insan” varlığının “mevcudiyeti” bir noktada bu soruya “hayır” cevabını verdirtiyor maalesef. Genellikle ortak bir anlayış ve karşılıklı güven üzerine kurulmuş olan bu “siyaset üstü yapılanmalar” siyasetin varlığına karşı koyamamışlar ve maalesef tarih kabristanındaki gün gelip unutulan yerlerinde yerlerini almışlardır/alacaktırlar. Dediğimiz gibi genellikle küçük ölçekli ve homojen gruplar için geçerliliği ortaya koyulan “siyaset üstü bir toplumsallık” neredeyse “na mümkün” bir gerçektir.
Tabii küçük ölçekli ve homojen toplumlarda mümkün olması sağlanamayan bir toplumsal birliktelik özelliği geniş ve heterojen toplumlar için asla mümkün değildir. Çünkü siyaset, karmaşıklığı yönetmenin ve çeşitli çıkarları dengelemenin bir yoludur. Siyaset olmadan, farklı görüş ve çıkarların uyum içinde bir arada yaşaması çok zordur. Toplumlardaki ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar, kaynakların dağılımları ve sosyal adalet gibi konuların çözüme kavuşturulması, muhakkak surette “siyasi mekanizma” varlığını gerektirmektedir.
Çıkar ve beklentilerin etkileriyle de yönü değiştirilebilen siyaset arenası olmasa bile, insani değerlerin varlığı toplumlar için güçlü bir bağlayıcı nitelik taşıyabilir. Bir toplum, hoşgörü, empati ve adalet gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, çatışmaları minimize edebilir ve birlikte yaşamanın yollarını bulabilir olması muhtemel olsa bile eğitim, kültürel faaliyetler ve toplumsal projeler, insani değerlerin yaygınlaşmasına katkı sağlanabilinip korunabilmesi ve bireyler arası ilişkilerin güçlenebilmesi için illa ki “siyaset ve siyaset kurumuna” ihtiyaç vardır. Yani siyaseti tamamen toplumsal yaşamın dışında bırakarak toplumsal bir yaşam sürmek, geniş ve karmaşık toplumlar için pratik olmayabilir/olmaz/olamaz. Ancak, insani değerlerin ön planda olduğu bir toplumda, siyaset dahi daha adil ve insancıl bir zeminde şekillenebilir/şekillendirilebilir. Siyaset ve insani değerler bir arada, birbirini tamamlayarak, daha uyumlu ve barışçıl bir toplumsal yaşamın anahtarları olmayı da başarabilirler. Dolayısıyla anlatmaya çalıştığımız tüm bu ve söylenemeyen birçok unsurların etkisi ve varlığı sebebiyle, siyaseti reddetmek yerine, siyaseti insani değerlerle yoğrulmuş bir şekilde yeniden şekillendirmek, daha sürdürülebilir ve mutlu bir toplum için en uygun yol gibi görünmektedir. Ne diyelim; yolumuz açık olsun.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog