Ahretliğimle çok sık mülahazalarda bulunuruz. Ahretliğim diyorum çünkü mazimiz, geçmişimiz kırk yılı bulmaktadır. Ayrılmadığımız, dost-kardeş bilip sevgi ve saygıyı muhafaza ettiğimiz iki üç kimseden biridir kendisi. Dün iş yerine uğramıştım. Kendisi eczacıdır. Ne zaman bir araya gelsek demi de edebi de güzel sohbetlere yelken açarız. Dün yine öyle oldu ve muhabbete doğru demir aldık.
-Gardaş, sipariş gibi olacak ama (………..) konusu hakkında bir yazı kaleme alır mısın? Dedi ve ben de:
-Neden olmasın ahretliğim, önemli bir konu ve üzerinde durmalıyız dedim.
Tabi yazma aslında ilhamla ilgili bir husus. Duygular, düşünceler, ruh hali hazır olunca başlayabiliyorsun ancak yazmaya. Kaç saattir basıma hazırlanan kitaplarımın son tashihlerini yapıyordum ve ilham daha yeni geldi ve hemen yeni bir sayfa açarak başladım sizinle olacak hemhalliğime.
Çoğu bireyler, tüm ortamlarda aynı davranışı sergilemezler. Aile içinde, iş ortamında, alışverişlerde, kurum ve kuruluşlarda hep farklı davranırlar. Aslında bilerek aynı davranamamaktadırlar. Çünkü her ortamın kendine özgü bir yapısı vardır. Annenle, çocuğunla, kardeşinle ya da ne bileyim yeğeninle konuştuğun gibi tüm bireylerle aynı çerçevede konuşamazsın. (Aslında konumuz bu nokta değil; farklı bir yazıda bu hususu değerlendiririz.)
Toplumsal yaşamda sınırlar, çizgiler ve hadler farklıdır ve kendilerine özgü belirginlikleri vardır. Bu durum aslında doğal yaşamın getirdiği bir zorunluluktur. Kişiliğimiz, karakterimiz, aldığımız kültürel ve maddi/manevi değerler ne kadar sağlam olursa o kadar “tek yüzlü” oluruz. Aksi halde “yüz numaralı” mahluk olup çıkarız. Ona, buna, şuna, ötekine, berikine, diğerine ayrı konuşandan/yanaşandan/sırnaşandan asla “adamlık” bekleyemeyiz. Hepimiz ayrı duygu ve düşüncelere sahibizdir. Beğenilerimiz farklıdır. Çünkü bedenimizden tutun da hissettiklerimize varıncaya kadar her şeyimiz farklı. Ama “insanız” ve aynı “yeryüzünde”, aynı “toplumda” yaşıyoruz.
Biz -eski nesil olarak- çok farklı yetiştirildik diye inanıyorum. İnanmama sebep olan şey ise yaşadıklarım ve görüp şahit olduklarımdır. Hayatın tüm statüsel ve konumsal yerlerinde eski-yeni neslin algılama/düşünme/yorumlama/uygulama ve nihayetlendirmesinin farklı olduğuna şahit olmuşumdur/oluyorumdur. Öğretmen olarak zaman zaman okullarımıza staja gelen genç meslektaşlarımıza bakıyorum ve onları izliyorum/gözlemliyorum. İçlerinde okuttuğum öğrencilerim de oluyor ve meslektaş olarak aynı yerde bulunuyoruz. İzlemek derken de asla kötülemek maksatlı değilim. Ama bizlerin (yaş/tecrübe almışların) hali ile onların halleri bazen çok farklı oluyor. Bazen yanımızdan geçerler/geçeriz ve selamlaşılmadığı zamanlar olur. Büyükleri olarak tabii ki amacımız örnek olmak ve gereken şeyleri yapmaktır ve yapmaya da çabalıyoruz.
Ama bir de karşımıza öyle insanlar çıkıyor ki; işte tam da sana “aidiyet” duygusunu hissettiriyor ve gerçekten sana, varlığıyla güvende olduğunu hissettiriyor. Şu anki görev yerime ilk gün, sabah geldim, kapının önünde durdum. Büyük bir kapı var ve sanki bana “hadi geç” der gibi duruyordu. Öncesinde yaklaşık iki yıl ofis ortamında görev yaptığım için bahçe/öğrenci cıvıltısı/binanın büyüklüğü falan beni biraz duraksattırmıştı. O anda bir hanımefendi geldi ve selam verdi. Kendini tanıttı. Ben de kendimi tanıttım. O kadar cana yakın ve “sahiplenme” edasıyla yaklaştı ki anlatamam. Okulu, katları gezdirdi, öğretmen arkadaşlarla tanıştırdı, genel durum hakkında bilgi verdi ve o geçirdiğimiz on-on beş dakikalık zaman sonrasında sanki uzun yıllardır o okulda görev yapıyormuş hissine kaptırdı beni. Yani Nurhayat Hocam (ben ona ABLA diyorum) ismi gibi hayatıma çok güzel bir etki etti. Sonrasında öğretmenliğini, arkadaşlığını, ablalığını, yardımlara koşmasını, birlik ve beraberlik adına ne kadar güzel şey varsa onlarda başrolde olduğunu görünce kendi kendime dedim ki:
– “Bak oğlum Gökmen! Evet, senin ağabeyin ve ablan yoktu ama Allâh, karşına sana abla olacak birini çıkardı. Senin üzerine düşen şey, Nurhayat ablamın ne kadar güzel, hayatı içselleştiren/güzelleştiren şeyleri varsa ondan al ve asla saygıda kusur etme. Hoş, şükürler olsun bilerek kimseye saygısızlık yaptığımızı da hatırlamıyorum. Düşünebiliyor musunuz senin kanından, canından değil ama hastalık, sağlık, eğitim ve hayatın hangi alanıyla ilgili bir müşkülatın varsa senin yanında ve çözüm odaklı bir yaşam felsefesi var ablamın. Senin ismin, cismin, memleketin, dilin, siyasi görüşün hiç önemli değil. Yeter ki “insan” olalım ve bu milletin “değerlerini” birlikte muhafaza edelim ve bunu bir “bayrak yarışı” haline getirelim yaşamını benimser bir yaşamı vardır. Bana da çok değerli bir örnek olmuştur kendisi. Tekrar hepinizin huzurunda tekrar teşekkür ediyorum ablama.
Hülasası dostlar; herkese ayrı bir yüzle, bin bir kişilikle yaklaşıp “insanlıktan” çıkmaktansa, Nurhayat ablam gibi özü, sözü, yüzü “tek” olan biri olarak yaşamayı servet/zenginlik bilmeliyiz. Tak çıkar, tak çıkar şeklinde hayatı maskelerle yaşamaktansa “tek ve gerçek yüzümüzle yaşamak” asilliktir, onurdur, şereftir.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog