Diktatör kavramının ne anlama geldiğini bilmeyenimiz yoktur. Hani, lügati bir tanım yapamasak bile kişilerin davranışlarına bakıp da hareket kalıpları olarak anlamlarını bilebiliriz. Çokça zikredilip kullanılmasına rağmen, biz yazımıza diktatör kavramının anlamını söylemekle başlayalım.
Buyurgan ve zorba anlamlarına gelen bu kavram insanlar için kullanılır. Diktatör insan ise; mutlak güce sahip olan siyasi liderdir şeklinde tanımlansa bile artık “diktatörleri” hayatın tüm alanlarında görmemiz kaçınılmazdır. Siyasi parti gücünü kullanan parti başkanından ülke yönetimini elinde bulunduran yetkili kurumların başlarındaki kişilere, herhangi bir cemaatin bir yerdeki sorumlusundan bir kurumdaki alt düzeydeki yöneticiye, evdeki kardeşler arasından tutun da ekonomik sultayı elinde bulunduranlara varıncaya kadar onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce diktatöre rastlayabiliriz. Gülmeyin lütfen; ciddi söylüyorum. Yeter ki ele bir güç geçmesin. Aboo, yandı Çukurova yandı diye her taraf inim inim inler duruma gelir. Allâh vermeye hele bir de diktatoryal davranışlarda bir de “yalaka” halkası kurulup fırıldak gibi dönerlerse, etraftaki zavallı mazlumlar dünyanın en acı biberini yedikten sonraki tuvaletteki acı dolu halleri yaşar hale gelirler. Ama bizim konumuz tabii ki de bu değil. Sadece konuyu kaba olarak geçelim dedik. İnce noktası “teknolojik” olan bu davranışsal bozukluk tüm dünyanın başına bela aslında.
Aslında teknolojik diktatörlüğün diğer bir ifadesi de “dijital” diktatörlük olabilir olsa bile ayrışım noktaları vardır. Dijitalizm, teknolojinin alt gruplarından sayılabilir. Ya da ne bileyim teknik bilginin / teknolojinin gelişiminden sonra ortaya çıkan kollardan birisidir. Bunun hakkında kavramsal bilgi aktarmayacağım. Sadece zihninizin hayal gücüne ve üretkenliğinize bırakıyorum.
Teknoloji hayatımızın her alanında kullandığımız şeyler olup dijitalizm daha çok “verilerle” ilgilidir. Çağımızda en güçlü kimseler “veri toplamada”, “insanları sanal ortamlarda toplayarak en mahrem bilgilerini öğrenmede” ve “insan zihnini kontrol etmede” güçlü olanlardır. Aslında hepimiz topyekûn gönüllü bilgi/veri aktarıcısıyız. 1980’lerdeki polisiye film ve dizilerdeki gibi şaşkınlık oluşturacak şey değil şu andaki yaşadığımız hayat. Yediğimiz yemek, attığımız oy, gezdiğimiz site, aldığımız şeyler, ortaya koyduğumuz fikirler, yaptığımız yolculuklar, nabız atışlarımız, ilaçlarımız, aşılarımız, vs. daha nelerimiz hep kayıt altındadır. Teknolojik diktatörlük kullanılarak istenilen şantajlar yapılabiliyor. Her türlü yönlendirilebiliyorsun. Kumandalı bir robot haline bile dönüşebiliyorsun. Hatta teknolojik/dijital diktatörlükle bir insan intihar ettirebiliyor. Hem de geride iz bile bırakılmıyor!
Biliyorum çok geniş bir alan. Öyle geniş bir alan ki bizi aşan ve bilim adamları topluluğunun haftalar ve aylarca üzerine konuşabilecekleri bir alan. Yalnız biz küçük ve basit bazı şeyleri hatırlatarak olaya değinmek çabasındayız. Bilinçsizce, şuursuzca, gelişigüzel, kontrolsüz yaptığımız tüm şeyler kendimize, ailemize, toplumumuza ve insanlığa indirdiğimiz bir darbedir. Ekranlara teslim olmamız, yirmi beşinci karelere mahkumiyetimiz, notalardaki suskunluğumuz, renklerdeki kaybolmuşluğumuz, giyimlerdeki sarhoşluğumuz, resimlerdeki görmemişliğimiz, kelimelerdeki çivilerimiz, gözlerimizdeki hırs ve öfkelerimiz, ceplerimizdeki deliklerimiz, ruhlarımızdaki doymaz bilmez yanlarımız, şehvetin kıskacındaki tutsaklığımız, iyi niyetlerimizin katilleri, güvensizliğin dalga etkisi ve yüzlerce esir alan unsur hep teknolojik diktatörlüğün bir sonucudur. Nüfusu, ekonomiyi, tarımı, teknolojiyi, kültürleri, eğitimi, siyaseti, büyük çoğunlukta dini unsur ve elemanları elinde bulunduran azınlık sayılabilecek sayıdaki kişiler ya da birkaç aile “efendi”, onların dışındaki bizler ise “köle” konumunda tutulmaktadır. Bu köleliğin devamı için de teknolojik diktatörlüğü bırakmaya niyetleri yokmuş gibi görünüyorlar. Ne yapmalıyız peki?
*Gerek bir yerin emanet edildiği kişilerin şuursuz ve cahilce davranışlarındaki diktatoryal duruşa gerekse de teknolojik/dijital diktatörlüğe karşı benliğimize yani “insanlığımıza” sahip çıkacağız.
*Doğruyu öğreneceğiz.
*Hak olandan yana tavır sergileyeceğiz.
*Maneviyatla güçleneceğiz.
*Kültürümüze sahip çıkacağız.
*Değerlerimizi yaşayıp yaşatacağız.
*Eğitimimizi geliştirerek ilerleteceğiz.
*Tekniği ve bilimi doğru kullanacağız.
Yapamaz mıyız? Bence yaparız. Yeter ki isteyelim.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog