Mesleğe ilk başladığım yıllarda ailesini feci bir kazada yitiren kız öğrencim daha ailesinin yasını tam tutamadan yani halk dilinde daha kırkı çıkmadan ,aile büyüklerinin baskısıyla kendisinden 22 yaş büyük eniştesiyle evliliğe zorlandı. Neyse ki devlet büyüklerinin bu olaydan haberdar olması ve duruma kısa sürede el koymasıyla bir yandan hepimiz rahat bir nefes alırken, diğer taraftan kızımız da bu acı kıyımdan son an da kurtulmanın mutluluğunu yaşıyordu. Annesiz-babasız olan küçük kızımızın içine düştüğü bu trajik tablo aslında Türkiye’nin hala geleneksel yapısından sıyrılamadığını alınan önlemlerin yetersizliğini ve kanunların caydırıcılık niteliğinin çok düşük seviyelerde seyrettiğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de çocuk gelin olmak nedir? sorusu karşıma dikildi tam bunlarla zihnim boğuşurken.
-Evet Türkiye’de çocuk gelin olmak anadan-babadan yetim-kimsesiz ortada kalınca aile büyüklerinin aldığı karar üzerine babası ve dedesi yaşındaki bir erkekle evlenmek demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak okuldan zorla alıkonulma, geleceğe dair umutlarını yitirmek demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak masalın en tatlı yerinde uyandırılmak, en güzel oyuncağının elinden alınması demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak 5-10 bin TL başlığa özgürlüğünü,çocukluğunu,gençliğini takas etmek demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak on dördünde yani çocuk yaşta çocuk anne olmak,evin tüm yükünü üstüne almak demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak daha adı doğmadan konulmuş olan ve köklerini geçmişten alan töreye kurban olmak demek demek.
Türkiye’de çocuk gelin olmak törenin kol gezdiği küçük geri kalmış memleketin ücra yerlerinde ve dar düşünen ,kadına saygı –sevgi duyma hissiyatından uzak ,eğitimsiz insancıkların kurmuş oldukları karanlık,soğuk haremin duvarları arasında ikinci,üçüncü belki de dördünce eş olmak demektir.
Türkiye’deki çocuk gelin sayısıyla ilgili istatistiki ne bir rakam belirtmek ne de bir tahminde bulunmak istiyorum. Neden mi? böyle bir acı tabloyu resmi verilerle ortaya koymaya içim hiç elvermiyor.Çünkü batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine göre sanayide, teknolojide,bilişimde,eğitimde geri kalmışlığımıza paralel olarak temel insani değerler konusunda da sınıfta kaldığımızı,90 yıllık Cumhuriyet tarihinde belirlenen temel hedeflere yani çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşamadığımızı bir kez daha anladım.
Paris Şartı, Çocuk Hakları Sözleşmesi vb. uluslararası sözleşmelere aslında sembolik olarak bağlı olduğumuzu bu gibi trajik vakalarla karşılaşınca bunların bir göz boyamadan öteye gidemediğine toplum olarak bir kez daha şahit olduk. Modernleşen, bilgi çağı toplumlarında bu tip vakalara hemen hemen hiç rastlanmazken biz hala elimiz-kolumuz bağlı halde buna seyirci kalmaktayız. Çevre baskısından duyarlı vatandaş ve öğretmenlerimiz bile çoğu zaman böylesi durumları resmi makam ve ya yetkililere intikal ettirememekten yakınırken , toplum olarak Türkiye olarak bu kötü kadere ortak olmak zorunda mıyız? ya da sıradan bir vakaymış gibi kader deyip es geçeceğiz ?Türkiye olarak Kendi içimizdeki sorunları çözemeden dünyayla nasıl entegre olabiliriz? Nasıl ilerici bir toplum olduğumuzu savunabiliriz batının modern ülkelerine karşı? Tüm bu sorunlara cevap bulmadan devletin yönetim erkini elinde bulunduran iktidar güçlerinin bunlara yasal caydırıcı çözümler getirmeden ne töre cinayetleri ne de genç kızlarımızın bir kurtuluş ümidiyle evden kaçış ve yanlış evlilik yapma batağından kurtulma şansı olmayacağı gibi çocuk gelin olma kaderi de değişmeyecektir.
FİLİZ AKÜZÜM
EĞİTİMCİ/YAZAR