28 Şubat 2017 tarihinde Eğitim-Bir-Sen Diyarbakır 2 No’lu Şube ve Genç Memur-Sen tarafından düzenlenen “28 Şubat’tan 15 Temmuz’a Türkiye” konulu sempozyuma katıldım. Konuşmacılar AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) Üyesi Zeynep Alkış, Uluslararası Medya Enformasyon Derneği (UMED) Başkanı Aslan Değirmenci, 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek, Araştırmacı-Yazar Hamit Yaz, Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) Orta Doğu Uzmanı Emekli Albay Ersan Ergür’dü.
Konuşmaları dinlerken birden hayatım bir film şeridi gibi gözlerimde canlandı. Sahi ne çok şeyler yaşamıştım bu elli yıllık ömrümde. 12 Eylül 1980 darbesinde ortaokul öğrencisi idim. Dedem ile Sakarya Akyazı’da darbeye yakalanmış, Sorgun’a dönüşümüzü ertelemiştik. O çocuk yaşımda darbenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Türkiye’nin tüm genelinde olduğu gibi yaşadığım Sorgun ilçesinde de sağ ve sol olayları o kadar şiddetliydi ki arkadaşlarımız arasında bile ayrılmıştık. Sağcılar solcuları komünistlik ile itham ediyor; “bunlar ülkeyi Rusya’ya satacaklar” diye konuşuyorlardı. O küçüklük halim ile aklım almıyordu, “neden bunlar ülkeyi Rusya’ya satsınlar ki?. Solcularda sağcıları faşist diye itham ediyorlar; “bunlar işçilerin hakkını gasp ediyorlar” diye sloganlar ile yeri göğü inletiyorlardı. Bunun gibi çok şeyler, konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyordu… Ben henüz hiçbir şey anlamadan kan, gözyaşı, nefret, olaylar vs. hepsi darbe sonrası bir anda bitiyordu. “Madem devletin bu kadar gücü vardı da neden engel olunmamış dı?” hala bu soru benliğimde canlanıyordu. İyi ki çocuktum o zamanlar…
Ama bunlar daha bir başlangıçmış meğerse benim için… Neler kaderimizde varmış ki yaşadıkça gördük, soluk almadan, nefes nefese. Eminim daha çok şeylerde yaşayacağız son nefesimize kadar…
Üniversite yıllarımda sağ sol bitmiş, her şey çok güzel gidiyor, güzel bir eğitim alıyorduk. 1984- 1988 yılları arası Konya’da öğrenci olarak bulunurken okulumuzda başörtülü arkadaşlarımız da sorunsuz bir şekilde eğitim hayatlarına devam ediyordu. Fakat bu huzurlu ortam pek de uzun sürmedi! Birden gizli bir el “başörtüsü ile okuyamazsınız” diye bir şey ortaya çıkarıyor ve zulümler başlıyordu. Aynı sıraları paylaştığımız arkadaşlar yaka paça sınıflardan çıkarılıyor, okullardan atılmaya başlanıyordu. Ya ne oluyoruz, Müslüman bir ülkeyiz hem de canımız pahasına kurduğumuz demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Buna rağmen yasaklar baş gösteriyor. Öğrenciyiz işte, kanımız kaynıyor ama şu an ki gibi ne sosyal medya var ne televizyonlar ne de sesimizi duyurabileceğimiz radyolar. Bir şey yapamıyoruz. Bir kısım arkadaşlar başını açıyor, bir kısmı atılıyor ve öğrendiğime göre bu arkadaşların bir kısmı eğitimi için yurt dışına gidiyor, sonradan bir kısım arkadaşlar da çıkan af ile öğrenimlerini tamamlıyorlar….
Rahmetli Turgut Özal ile biraz ülkemiz rahatlıyor, nefes alıyoruz. Ta ki 28 Şubat 1997 yılı tarihi gelene kadar. O zamanlar merhum Necmettin Erbakan başbakan, Tansu Çiller’de Dış İşleri Bakanı. Ordu “irtica” diye bir kavram ortaya atılıyor, yine olan ülkeme oluyor, çok insan mağdur. Daha sonra ismini “Post-modern darbe” olarak nitelendiriyorlar. Batı Çalışma Grubu kuruluyor, fişlenmeler başlıyor. Ekonomimiz felç oluyor ve yine olan ülkemin güzel insanlarına oluyor. Başörtüsü mağdurları, dindar- dindar olmayan diye ayrıştıkça ayrışıyoruz. Sanki bütünlüğümüzü sağlamışız da…
Ve 15 Temmuz 2016 alçakça yapılan yine bir darbe daha… 240 şehidimiz var. Benim dedeme sorduğum soruyu bu sefer oğlum bana soruyor; “Baba darbemi o ne ki?”… Fakat bu sefer bir başka, halkımız sokaklarda, adeta “bu sefer olmaz” dercesine. Bu sefer başka! Tüm fikir ayrılığında olan ayrışmış insanlar sokaklarda. Bu sefer başka! “Ülkemiz sahipsiz değil’’ diyerek haykıran sesler. Daha önceleri benim cesaret edemeyip sokağa çıkamadığımı oğlum kırıyor “Hadi baba, sokağa” diyor. Ellerimizde bayraklarımız ile sokaklarda kendimizi buluyoruz.
Bu düşünceler ile sempozyumu dinliyorum. 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek unuttuğumuz “İkna odalarını” tekrar hatırlatıyor, masa başı senaryolar, Ali Kalkancılar, Fadime Şahinler vs. çaresizlikler, yaşanmış olaylar, aile faciaları, sönen ocaklar. Neler yaşatmışlar Allah’ım masum insanlara diye içimden geçiriyorum…
Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) Orta Doğu Uzmanı Emekli Albay Ersan Ergür’ün ise her cümlesi bir slogan. 1998 yılında ordudan ayrılmış, yaşadıkları tam bir mücadele örneği. Yaşadıklarını anlattığı için konuşmaları da çok etkili oluyor. Bir asker disiplini var, neden sonuç ilişkine hep sadık kalıyor. “Yaş kararlarını” anlattıkça duygulanmamak elde değil.
Uluslararası Medya Enformasyon Derneği (UMED) Başkanı Aslan Değirmenci’nin ne kadar dolu olduğunu her kelimesinden anlıyorsunuz. Cemil Meriç’in sözü ile başlıyor “yaşamak yaralanmaktır, yaralanmak da güzeldir”. Ne güzel bir sözmüş bu iyice düşününce. Medyadan bahsediyor, yalan haberler, insanları yanlış yönlendirmeler vs. çok keyif alarak dinledim söylemlerini…
AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) Üyesi Zeynep Alkış ise “kayıt dışı siyaset” diye bir kavramdan bahsediyor. Meğerse bu kavramı hemşerim Cemil Çiçek atmış. Siyaset bilimci olmadığım için çok merak ettiğim bir nokta, notlarım arasına giriyor. Birde “merdiven altı siyaset” terimi ki bu iki terimi artık asla unutmam. Sincan’daki tanklardan bahsetmesi, meclisteki “Merve Kavakçı” olayları anlattıkça gözlerimiz doluyor, adeta yeniden yaşıyorum o olayları. Allah’ım ne olaylar yaşamışız…
Her bir konuşmacıya moderatör Sayın Hamit Yaz 20’şer dakika veriyor. Konuşma süresini aşanlara ise tatlı üslubu ile uyarıyor. Uyarmasa saatlerce dinleyebilirdim, çünkü farklı pencerelerden olaylara bakıyordu konuşmacılarımız. Konuşmalarını uzunca notlarım arasına aldım…
Hayat çok çabuk geçiyor. 50 yılıma neler sıkıştırmışım ve neler yaşamışım. Normalde her insanın ömrüne bir darbe sıkışsa bile anlatacak o kadar şey olurken, benim her anım bir olay olmuş. Anlatmakla da bitmez bunlar. Hayatımda şunu düstur edindim. “Ülkemde yaşayan herkes değerlidir, ülkeme zarar vermedikten sonra”. Tabi ki hepimizin bir görüşü olacaktır. Fakat her görüşe de saygı duyulmalı, en azından karşımızdakini de dinlemeyi öğrenmeliyiz. Üstadın cümlesi ise hemen aklıma geliyor; “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, “Mesleğim haktır veya daha güzeldir.” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir.” demeye hakkın yoktur.”. Sonunda ortak bir noktada zaten buluşuruz. Bizler neler yaşamadık ki. Bitmek bilmez terör olayları, darbeler, çekişmeler, entrikalar. Ülkemi bir rahat bıraksalar, nasıl şahlanacağımızı herkes görecektir…
Bu sempozyumun düzenlemesinde emekleri geçen Eğitim-Bir-Sen Diyarbakır 2 No’lu Şube başkanı Sayın Yüksel Gümüş ve Genç Memur-Sen başkanı Yusuf Güzel ve ekip arkadaşlarına da çok teşekkür ederim…
Prof. Dr. Hamdi Temel