Dün, 15 Ekim idi ve bu tarih, benim ve eski mesai arkadaşlarım açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Çünkü 15 Ekim tarihi zamanın nasıl geçtiğinin, iyi insanların uzaklarda olsalar bile hep hayırla yâd edildiklerinin, eski Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi insanın fakir ama mutlu olmasının ne kadar da büyük bir nimet olduğunun göstergesidir. Ne demek istedim? Çoğu okurumun; ‘Acaba ne demek istedi?’ dediklerini duyar gibiyim. Dilerseniz konuyu açarak muhasebenize sunayım.
Dostluk önemli bir zenginliktir. Dostluk kavramı herkes için kullanılan bir kavram da değildir. Dostluğun kıymetini ya da dostum dediğimiz kimselerin varlıklarının kıymetlerini yokluklarında anlayabiliyoruz. Herkesin dostum dediği arkadaşları muhakkak vardır. Bir tane bile olsa insanın iyi anlaştığı, örnek aldığı, tecrübelerinden ve kişiliklerinden etkilendiği, yokluklarında da hüzne gark olduğu dostlarımız illa ki vardır ya da illa ki olmuştur. İşte tam da burada mesai arkadaşım, arkadaşlar arasında ‘Dayı’ diye hitap ettiğimiz, beyefendiliği, sakinliği, mutedil oluşu ve yapıcı oluşuyla herkesin sevgi ve saygısını kazanmış ve aramızdan Ebedi Âleme irtihal edeli bir yıl olsa bile sanki başka kurumlarda görev yapıyoruz şeklinde ayrılığına sabrettiğimiz Murat Koçak hocamdan bahsetmeliyim. Bizler:
– “Arkadaşlar bir sakin olun!”
– “Müdürüm, aslında arkadaşımız iyi niyetle yapmıştır bunu.”
– “Buyurun, bir oturun, sakinleşin ve hemen size bir soğuk su ve kahve söyleyeyim.”
– “Arkadaşlar tabi ki, çoğunluğun ne karar vereceği önemli ama olaya dilerseniz bir de şu açıdan bakalım:”
– “Evladım, biz seni çok iyi anlıyoruz; yalnız sen de istersen bizi anlayabilirsin, yeter ki iste kuzum.”
– “Arkadaşlar sür git demezler, dur git derler.”
– “Lütfen hemen önyargıyla yaklaşmayalım, empati yapalım çünkü birbirimizin yüzüne utanmadan bakalım ya da bakabilelim.”
– “Amacımız ceza vermek değil, kötü olan davranışı size anlatabilmek.”
– “Siz olmadan sofraya oturamam.”
– “Gençler sizlerle gurur duyuyoruz.”
Türünden onlarca cümleyi duymuşuzdur Murat Koçak hocamın dilinden. Hepsi ayrı bir yapıcı, tedavi edici, sağlamlaştırıcı, olgunlaştırıcı, motive edici, sevdirici, yaklaştırıcı ve kaynaştırıcı cümleleri duymayan mesai arkadaşlarımız olmamıştır. Hani bunların tam tersi bir arkadaş ya da idareci kimliğine sahip biri olsaydı ve ağzından gerek öğrencilere, gerek öğretmenlere, gerek velilere ve gerekse de önüne gelen herkes hakkında ileri geri konuşarak küfürler etseydi, yapıcı değil de yıkıcı olsaydı, selamlaşıp hâl hatır sormak yerine selam vermeyip insanları ötekileştirseydi, motive etmek yerine sözleri ve davranışlarıyla mobing uygulasaydı ve kırsaydı, iyi yönleri geliştirmeye çalışmak yerine körelmesi için baskıcı tutumlar içine girseydi Murat Koçak hocamı kimler nasıl hatırlardı. Eğer sağ olsaydı kimse görmek istemezdi ve o hâl üzere vefât etseydi de kimse onu iyi olarak yâd etmezdi. Ama şu an Murat Koçak hocam için durum hep gül bahçesinden güllerin derilmesi misali yâd etmeler var dillerde ve gönüllerde.
Kimse kalıcı değil bu âlemde. Kimse ne zaman öleceğini bilmiyor. Kimseyi ailesi, zenginliği, statüsü, amcası, dayısı, arkadaşı ya da hamiliğini yapacak kimsesi kurtaramayacak. Murat Koçak özelinde olduğu gibi hep yüreklere dokunan, hayatlara katma değer sağlayacak tutumlar içerisine girip de insanların haberleri olmasa bile ellerinden tutup kaldıracağı tutum ve davranışları kurtaracaktır. Nerede ve hangi statü ile rollerimizi gerçekleştirirsek gerçekleştirelim; öncelikle insani değerlerde olmalıyız. Çünkü İslâm dinimizin emri çok açık ve net. Âl-i İmrân Sûresi 104 . âyetinde “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” emredilmektedir. Bu emir de öncelikle kendi nefsimizedir. Çünkü kendi nefsimize sahip olmalıyız ki karşımızdaki bireye ya da bireylere etki edebilelim. Yani Murat Koçak hocamın sergilediği tutumlarda olmalıyız. Bu dilek, umut ve sevgilerimle…
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci-Sosyolog