Gazetemiz yazarlarından Eğitimci Sosyolog Gökmen CAN, 16.TÜYAP ÇUKUROVA KİTAP FUARI’NDA Akasya Yayınevi’nden çıkan ”BU KİTAPTA SEN VARSIN” adlı çalışmasıyla okurlarıyla buluştu. Çukurova Salonu’nda gerçekleştirdiği ”NE GÜZEL ÖLÜYORLAR VE NE GÜZEL YAŞIYORUZ” söyleşiyle de okurlarına hitap etti.
Eğitim, aile, arkadaş ve dostluk, toplumsal sorunlar ve çıkış yolları konularında basıma hazır 8 kitabı daha olan yazarımız Gökmen Can, imza gününde kendisini yalnız bırakmayan okurlarıyla güzel dakikalar yaşadı. Yazarımıza çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Yazarımız Gökmen CAN’ın 16.Tüyap Çukurova Kitap Fuarı’nda söyleşi programından notları sizlerle paylaşıyoruz:
NE GÜZEL ÖLÜYORLAR NE GÜZEL YAŞIYORUZ (!)
Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler ve sevgili gençler! Söyleşimize teşrif ettiğiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Söyleşi başlığımız herkese farklı şeyler anımsatsa da biz, önce kendi nefsimize, sonrasında da siz değerli misafirlerimize yeni pencereler açmaya niyet ettik.
“Modern dünya” denilen bir dönemde yaşıyoruz. Her bir birey nev’i şahsına münhasır bir dünya. Doğup büyüdüğümüz memleketin ve mensubu olduğumuz toplumumuzun genel bir kültürel yapısı vardır. Kültür, bizi biz yapan, kişiliğimize tesir eden şeylerin başında gelir. Lakin bizler kültürümüzü, kadim zenginliklerimizi ne kadar yaşıyoruz, yaşatılmasına ne kadar vesile oluyoruz? Bu sorunun cevabı kişiden kişiye değişmektedir.
İnsanoğlu akıl ve merhamet sahibi bir varlıktır. Bu iki “has özellik” her birimize insanlığa ne kadar uzak ve ne kadar yakın olduğumuzun” muhasebesini yaptırır veya yaptırmalıdır. Karşılaştığımız hadiselere öyle bakmalıyız ki, tıpkı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi; “…son moda kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir kişilik/şahsiyet” olmalıyız. Feraset, basiret, merhamet, sevda, şuur, nefes, nefis, ses, mecal, dirayet ve duruşumuz, bize bakanlara, “dünyada tarih yeniden yazılıyor” nidaları attıracak bir “insan” olmalıyız. Yine Üstadın dediği gibi “Dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, dininin, kalbinin davacısı bir insan” olmalıyız.
Ne yazık ki bu saydığımız olgun ve erdemli olmayı yansıtan özelliklerin sergilenmesi yerine “Kör ve Sağır Rolü Yapan Dünyanın Katil Kavminin” insanlığın gözünün içine baka baka, sırıtarak, rezillik, kepazelik, utanmazlık ve ar perdelerinin lime lime oluşuyla sergilediği davranışlarını görüyoruz. Yapılan hadsizlikler öyle bir safhaya geldi ki, artık “acıyı” anlatmaya “acı” kelimesi bile yeterli gelmemeye başladı.
Yahudi tayfası; tarihin her döneminde zalimliğin, soykırımın, barbarlığın ve lanetlenecek davranışların tümünü yapmaktan çekinmeyen, utanmayan ve kimseleri umursamadan “hayvandan aşağı” olduklarını sergilemişlerdir ve 2024 yılının dünyasında bir kez daha ispatlamaktadırlar. Onlar ki en çok Peygamber gönderilen ve Peygamberleri katleden bir kavimdir. Onlar ki bulundukları her coğrafyada insanlığın başına beladır. Artık bu belayı duymayan, görmeyen kalmamıştır. Üç ayı aşkındır sergilenen Yahudi mezalimine karşı dünya kör, dünya sağır, dünya kötürüm, dünya kalpsiz, dünya merhametsiz, dünya vicdansız, dünya karanlıklarda, dünya en sefil zamanlarından sayılacak bir süreci yaşıyor desek hiç de abartmış sayılmayız.
“Modernizm lakırdılarının” şişirilip şişirilip ayyuka çıkarıldığı bu dönemde, “kan emici vampirlerin” bile daha sevimli gelebilecek olaylara şahit olmaktayız. Peki, şahit olduğumuz bu durumlar karşısında bizler ne yapıyoruz? “İman dolu göğsüm gibi serhaddim var”, “mazlumların yanındayız” diyen bizler ne yapıyoruz?
-Sosyal medyanın her mecrasından mesajlar paylaşıyoruz.
-Gönderilerimizin beğeni yağmuruna tutulmasını bekliyoruz.
-Takiye kokan beyanatlar vererek objektiflere bakmayı ihmal etmiyoruz.
– “Ben de eksik kalmayayım” deyip gördüğü her mikrofona üflemeye çalışarak adeta birbirilerimizle yarış halindeyiz.
Peki, kurduğumuz cümleleri şöyle bir hatırlayalım mı?
-Gazze bombalanıyor,
-Gazze yanıyor,
-Gazze’de yıkılmayan yer kalmadı,
-Filistin haritadan siliniyor,
-Her gün yüzlerce Müslüman katlediliyor,
-İnsanlık en vahşi dönemini yaşıyor,
-Bu ölümler dursun,
-İnsanlık ağır yara aldı,
-Dünya liderleri Filistin için toplanıyor,
-Alçak Yahudi devletini durdurun artık,
-Kahrolsun Siyonizm,
Türünden yüzlerce cümle kuruldu değil mi?
Şahsıma ben, bu söylemleri adeta bilinç altımızdaki “öğrenilmiş çaresizliğin” birer kodlaması gibi görmekteyim. Üzerimizden sorumluluğu atmak, içimizi rahatlatmak, vicdanımızla baş başa kalmamak için, bombalar, kurşunlar ve akla hayale gelmez zulümlerle can veren Gazzeli Müslüman kardeşlerimiz için;
“Ne Güzel Öldüler”,
“Keşke Şehadet Bize de Nasip Olsa”,
“Ne Güzel şehit Oldular”
Diyerek onlar adına üzülüyoruz! Kahir ekserimizin sergilediği yaşam rotasına göre ben, bunun tamamıyla “içi rahatlatma” olarak algılamaktayım. Çünkü İslam alemi olarak adeta “sus payı almış” gibi yaşıyoruz. Niye mi böyle diyorum?
Sevgili Dostlar, nasıl demeyeyim ki! Yüz günü aşkın bir süredir on binlerce insan katledildi. Bombalar yağdı. İnsanlık onuru ayaklar altına değil yedi kat yerin dibine batırıldı.
Çocuklar ana babalarını,
Analar evlatlarını,
Eşler, eşlerini ve çocuklarını,
Kardeşler canlarını,
Akrabalar en yakınlarını kaybettiler.
Gün-gece ayrımı yapılmadan on tonlarca bombalar yağdı. Vicdan ve merhamet yoksunu kimseler hastanelere, okullara, kamplara, camilere ölüm olup yağdılar. Peki buna bizim tavrımız ne oldu? Ne olmalı? Yüce dinimiz bize “din kardeşliğinin nesep kardeşliğinden üstün olduğunu” telkin etmiştir. Biz bu telkinden payımıza düşenin ne kadarını alıyoruz? Müşahede etmemiz odur ki bizler, genel olarak mazlumların acılarını paylaşmakta, onlara yetişmekte ya çok geç kalıyor ya da çok büyük yanlışlar ve hatalar yapıyoruz.
-Protesto ya da boykot gibi güçlü yaptırımları yanlış anlayabiliyoruz.
-Protestoyu sadece dil ile yapmaya kalkışıyoruz.
-Kardeşlerimize ve mazlumlara dua etmeyi bile kulak ardı edebiliyoruz.
-Kurtuluş ve hayır adına olan birlikteliklere iştirak etmiyoruz.
-Ayni ve nakdi yardımlarda kendimiz zor durumda değilmiş gibi hareket ediyoruz.
Sevgili Dostlar,
Konuyu daha açık ifadelerle netleştirmek istiyorum. Konuya yaklaşımım ya da anlatışım belki size ironik gelecek, belki de diyeceklerimi tam anlamıyla yansıtamayıp gözden kaçırdığım şeyler olacak lakin ben yine de dilimin döndüğü ölçüde diyeceklerimi dile getirmek istiyorum:
-Bomba yağmuruyla, ölüm şimşekleriyle yaşamaya çalışan insanlar var iken biz, yumuşacık ve sıcak yataklarımızda NE DE GÜZEL YAŞIYORUZ DEĞİL Mİ! Şehitliğe yürümeyip koşan, vatanlarını terk etmeyen, kutsal olan yerlere gerektiği gibi sahip çıkıp şehit olanlar NE GÜZEL ÖLÜRKEN, biz belki bir dua bile etmeden, Müslüman kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmeden NE DE GÜZEL YAŞIYORUZ (!) değil mi!
-Her türlü yokluğun kol gezdiği ve en temel insani ihtiyaçların bile artık karşılanamadığı, Müslüman kardeşlerimizin adeta ölüme doğru son sürat gönderilen bir aracın içinde gittiği bir durumda, bir lokma ekmek ve bir yudum su bulduklarında şükrün zirvesine çıkarken biz, sabahın sofrasında 10-15 çeşit kahvaltılık, akşamın sofrasında her türlü yemek, meyve, uyumadan atıştırmalık denilen şeyleri mideye rahat rahat indirirken ONLAR NE GÜZEL ÖLÜYOR BİZ İSE NE DE GÜZEL YAŞIYORUZ DEĞİL Mİ!
-Nüfuslarının en az %3’sü şehit edilen ve soykırıma maruz kalan en küçüğünden en büyüğüne kadar metanetin ve sabrın en olgun yanını tüm dünyaya gösterip NE GÜZEL ÖLÜRKEN, biz hala mekanlarımızı genişletmek, sefanın zirvelerinde NE DE GÜZEL YAŞIYORUZ DEĞİL Mİ!
-Kardeşi veya evladını kendi elleriyle kefenleyip “kardeşim ya da evladım” NE DE GÜZEL ÖLDÜ” derken biz, “sanki benim memleketimde mi savaş var, bana ne Arapların savaşından” gibi saçma sapan cümlelerle NE DE GÜZEL VE SORUNSUZ YAŞIYORUZ DEĞİL Mİ!
Sevgili Dostlar,
İnanın aşağıdaki sıralayacağımız şeyler çok ama çok kıymetli. Neden mi kıymetli? İlkeli hayat sürdürebilmemiz için kıymetli. Niçin mi kıymetli? İkinci defa aynı delikten ısırılmamanın şifreleri olduğu için kıymetli. Öyle bir hayat sürmeliyiz ki, öyle sapasağlam ilkelerimiz olmalı ki TARİHİ YAZAN BİZ OLALIM ve bizim yaşadığımız bir dünyada hiç kimse kolay kolay bugün sergilenen edepsizliklere yeltenmesin. Bunun için yani hakiki anlamda NE GÜZEL YAŞAYIP NE DE GÜZEL ÖLMEK İÇİN şu hususları dillendirip dikkatlerinize sunacağız:
1-En başta “BİZ” olmayı başarabilmeliyiz. Kadim kültürümüz ve Cennet misali yurdumuzun dört bir yanını hazinemiz bileceğiz. Zenginliklerimizi korumada ilkeli ve kararlı olmalıyız. Bireysel çıkarları önde tutan ve insanlık onurunu ayaklar altına aldıracak davranışlarını sergilemek yerine ancak “genel çıkarları” göz önünde bulundurarak GÜZEL YAŞARIZ VE GÜZEL ÖLÜRÜZ. “BİZ” olmayı başaramayan toplumlar büyük zarar görür. Musibetlerden başlarını kaldıramazlar. Ne yazık ki bu durum tüm dünyada olduğu gibi bizde de görülüp son hızıyla büyümektedir. Evet, vatan ve din uğrunda canımızı vermek büyük bir şeref ve gelen ölüm de şerefli bir ölümdür lakin öncesinde yapılacakları da yapmalıyız ki DAHA GÜZEL YAŞAMIŞ VE DAHA GÜZEL ÖLMÜŞ OLALIM.
2-DEVLETİMİZ KIRMIZI ÇİZGİMİZ OLMALIDIR. Çoğu kimse devlet ve hükümet kavramlarını birbirlerine karıştırıp yanlış kullanır. “Devlet” kadim bir geleneğin, kültürün vücut bulmuş halidir. Siyasi emeller ve çıkarlar üstü bir kurumdur. İnsanoğlunun en üst düzeydeki örgütlenmesidir. Bir kişi ya da bir zümrenin keyfiliğine bırakılacak ya da ele geçirilip diğer insanlara baskı unsuru kullanılacak bir yapı değildir. Bu sebeple ne yaparsak yapalım evvela “devletimizi” düşünelim ki GÜZEL YAŞAYIP GÜZEL ÖLEBİLELİM. Bakın Gazze’deki Müslümanlara; en küçüğünden en yaşlısına varıncaya kadar ne de güzel sahip çıkıyorlar vatanlarına. Ölümleri bile onları vazgeçiremiyor. Kendileri olmasa bile gelecek nesilleri düşünerek miraslarına sahip çıkmak için mücadele veriyorlar. Yeni dillenen, konuşmaya başlayan en küçük ferdinden her yaşta ve cinsiyette, her sıfatta ve konumda kim var ise “Tevekkül ve Teslimiyetin”, “Onurlu ve Vakur Duruşun”adeta kitaplarını değil ansiklopedilerini yazmaktadırlar. Belki geç kaldılar ya da bazı şeyleri yanlış yapmalarından dolayı bu musibetlerle karşılaştılar. Bu nokta hakkında kesin bir şey söyleyemem. Ama GÜZEL YAŞAYIP GÜZEL ÖLMEMİZ için muhakkak devletimiz kırmızı çizgilerimizden biri olmalıdır.
3-TARİHİMİZİ öğrenelim. Kulaktan dolma, zanlarla ya da tek yönlü “nefret ettirici, soğutan, kötüleyen, acımasızca eleştiren, hakaret eden, tiksindirici gösteren” türdeki yazım, anlatım ve yayımlara kanmayalım. Objektif ve tarafsız olalım. Tarihini yani geçmişini bilmeyen geleceğine de doğru yön veremez. Okumak, araştırmak, irdelemek, doğru pencereden bakmak gerekli. Çünkü bu, bizi daha bilinçli, daha doğru hamleler yapan ve nihayetinde de GÜZEL YAŞAYIP GÜZEL ÖLENLER zümresinden olmamıza vesile olacaktır.
4-ALGILARIMIZI AÇIK TUTALIM. Teknoloji çağında olduğumuzu bilmeyenimiz yoktur. Yapılan her şeyi gerçek anlamının dışına evirebilir ve maksadının dışına hapsedebiliriz. Hem de bunları en şahane şekilde inandırıcılıkla da başarabiliriz. Gelişen hadiseleri algılamada ve değerlendirmede ne tamamıyla duygusal ne de salt aklın önderliğiyle yaklaşmayalım. Her ikisini et ile tırnak bilip muhakkak ikili bir güç oluşturmaya özen gösterelim. Haramın ve yanlışların yollarının artık otoban olan bir dünyadayız. Hız limiti falan da yok maalesef.
Zihnimizi, dilimizi, kalbimizi ve ruhumuzu olumsuz etkileyen öyle şeyler var ki, hakikaten çok şaşırtıcı. Özellikle sosyal medya mecralarında, yazılı ve görsel medyada öyle dikkatli olmalıyız.
Algı yönetimlerine, algısal bozukluklara maruz kalmamalıyız. Kendimizi korumak aynı zamanda başta çevremiz olmak üzere dalga etkisi oluşturacak ve cihana yayılabilecek etki için güçlü bir adım olacaktır. Bu sebeple güzel bir yolculuk yaparak GÜZEL YAŞAYALIM Kİ GÜZEL DE ÖLELİM.
5-İLİM ÖĞRENELİM. Aslında bu nokta, konunun “KİLİT” noktasıdır. Çünkü rota olmadan çıkılan yol, görmeden el yordamıyla ve zanlarla ilerlemeye dayalı yolculuğa benzer. Tabi nelerle karşılaşılır bu yolda bilinmez!
İlim, bizleri yanlış yaşamaktan korur. İlim, hayatımızın “MÜSVEDDE” olarak yaşanmasına engel olur. Toplumsal yapının iyileşmesine vesile olur. Bireysel ruh sağlığından toplumsal bütünlüğe varıncaya kadar tüm noktalarda yol göstericidir. Hazreti Ali’nin dediği gibi “Malı insan, insanı da ilim korur”. Peygamber Efendimiz ne demişti bir hadisi şeriflerinde: “İlim talep etmek tüm Müslümanların üzerine farzdır.” Hadisi şerife dikkat edelim. Herhangi bir ayrım ya da sınıflama yapmamış. “Tüm Müslümanların” üzerine demekle sorumluluğu ve sonrasında yaşamın akışını belirlemiştir.
Allâh, her şeyi yoktan var eden, zamandan mekândan münezzeh olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, ezeli ve ebedi olan, tüm mahlukatları ve onlara takdir ettiği rızıkların malikidir. Zaman ve mekân yok iken O, ezelde zamansız ve mekânsız olarak var idi. Zaman ve mekanları yarattıktan sonra da ezelde olduğu gibi zamansız ve mekânsız olarak vardır. O’nun emrettiği ve nehyettiği tüm şeyler bizler içindir. Bizler her birimiz günün 24 saatini ibadetle geçirsek O’na bir faydamız, 24 saatinde de O’na asi olsak O’na bir zararımız dokunamaz. Çünkü fayda ve zarar biz mahlukatlar içindir.
Hayat bütünlüğümüzü Allâh’ın emir ve yasaklarına göre tanzim edersek GÜZEL YAŞAR VE GÜZEL ÖLÜRÜZ. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi “İslam’ı müsvedde yaşamamalıyız, çünkü toparlayamaya zamanımız olmayabilir”.
Peki, ilim derken neleri öğrenmeliyiz ki yaşamımızın her alanında duyarlılık, bereket ve güzellikler olsun?
-Allâh’ın sıfatlarını ve O’nu tenzih edeceğimiz sıfatlarla beraber O’na iman etmenin unsurlarını öğrenmeliyiz.
-O’nun emrettiği haram ve helalleri öğrenmeliyiz ki hem yaşamımız hem de ölümümüz kaliteli olsun.
-O’nun Rasûlüne ve Rasûllerine iman etmeliyiz.
-O’nun gönderdiği kitaplara, meleklere, ahiret gününe, hayrın ve şerrin yaratıcısı olduğuna iman etmeliyiz.
Peki, bunu nasıl yapacağız? Elimize kitap alıp okuyarak mı? Tabii ki de hayır! “Bana göre”, “Hocama göre”, “Zannımca” türünden cümlelerle başlayan kimselerden değil, Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas ehlinin müntesipleri olan gerçek alimlerin dizleri dibine oturup telakki yoluyla öğreneceğiz. Sakın zordur diye düşünmeyelim. Biz doğruya ve hakikate ram olduktan sonra yolu kolay olur.
6-EĞİTİM VE ÖĞRETİME ÖNEM VERİLMELİ. Hayatımızın verimliliği eğitilmeye ve öğretime bağlıdır. Eğitim ve öğretim derken sadece devlet eliyle gerçekleştirilen sistematik eğitim ve öğretimi kast etmiyoruz. Evlatlarımızın gerek önce aile içinde ve gerekse de nitelikli bir insan olup üretkenlik kazanmaları için öğrenimlerini gerçekleştirmeliyiz. Herkesin masa başı kavramının içine giren işlere sahip olması mümkün değildir. Bu nedenle de mahir yönleri ortaya çıkartıp toplumların huzurla yaşayıp huzurla devam edebileceği eğitimleri gerçekleştirmeliyiz. Bunun akabinde de zaten NE GÜZEL YAŞAM NE GÜZEL ÖLÜM kendiliğinden gelecektir
7.ADALET LİYAKAT HASSASİYETİ GÖZETİLMELİ. Devletleri ayakta tutan önemli ikililerden biri de adalet ve liyakattir. Adaletsizliğin olduğu yerde liyakatsizlik cirit atar. Liyakatsizlerin olduğu yerde de adalet ortadan kalkar. Bu ikilinin hakimiyetinin sürdüğü yerde de her türden yıkım ve yozlaşmalar yaşanmaz. Bu da GÜZEL YAŞAM VE GÜZEL ÖLÜME vesile olur.
Son olarak bir şeyi ifade edeceğim. Hazreti Ömer’den bahsederiz hep. Adaletinden ve takvasından bahsederiz. Beytulmala ait olan ve kaçan bir hayvanı ararken ne yaptığını soran bir kişiye; “Müslümanlara ait bir hayvan kaçtı ve ben onu bulmalıyım, yoksa halim nice olur” der. Lütfen hayatımızı kurtarabilecek güzellikleri sadece hikâye gibi ve hikâye kipinde yaşamayalım. İçimize sindirelim, hayatımıza kazıyalım, örnek alalım ve tatbikinde samimi ve ihlaslı bir şekilde devamını getirelim ki GÜZEL YAŞAYIP GÜZEL ÖLMEMİZE vesile olsun.
Tekrar geldiğiniz için çok teşekkür eder, her birimizin başta kendi kültürümüzün ve sonrasında da insanlığın birer temsilcisi olduğumuzu ve dua etmeyi unutmamamız gerektiğini hatırlatarak sizleri sevgi, saygı ve muhabbetle selamlarım.
Kalın sağlıcakla…