Uzun sayılabilecek bir aradan sonra kalemimizi elimize alarak satırlarımızı, cümlelerimizi, kavramlarımızı, hislerimizi, düşüncelerimizi sizlerle paylaşmanın mutluluğuyla hepinizi selamlıyorum.
Yoğun bir çalışma içindeydik. Bu süreçte birçok alanda çalışmalar ve birikimler yaptık. Kimi olayların mutluluğu kimi olayların da mutsuzluğuyla notlarımızı aldık.Hem sizler hem de kendimiz için “bir kitaplık” notlar edindik. Şimdi “notlarımızı” sizlerle paylaşma zamanı geldi. İlk paylaşımımız en büyük yaralarımızdan biri hakkında; “sosyal medyadaki yoğun bakım günlerimizi” bir ele alalım dedik.
Evet dostlarım, inanın yoğun bakımdayız diyoruz ya, mübalağa ettiğimi düşünmüyorum. Çünkü gerçekten çok ama çok kritik bir dönemdeyiz. Yaşlımız gencimiz, erkeğimiz kadınımız, çocuğumuz ergenimiz, çalışanımız evde oturanımız son sürat akan bir nehrin akışına kapılmış ve adeta sonumuzu düşünmeden meçhule(!) doğru gidiyoruz. Hastalıktan kurtulmak için, birilerini kurtarmak için, nasıl ilerlenir onu göstermek için, zevk ve sefa için girdiğimizbunehrin içinde bata çıka ilerlediğimizi unutmayalım.Bu yolculuksosyal medya bataklığıyolculuğudur. Bu yolculukta öyle kötü şeylerden etkilenilip öyle kötü şeyler yapılıyor ki kötülüklerin yayılmasında adeta aynı ritimle halay ekibinde olunduğunun farkına bile varılmıyor. Çünkü sosyal medya denilen yerler adeta toplu hipnotize seanslarının yapıldığı yerler olup çıkmış durumda. Bu mecralar doğru kullanılma amaçlarından uzak niyetlerle cirit atılan yerler haline getirilmiştir. Daha doğrusu o şekilde kurgulanmıştır. Bir başka ifadeyle sosyal medyada“çoğu şahsiyet sahipleri bile şahıslarını kaybedip yetilerini bile kullanamaz hale gelmişlerdir.”
Adeta hastalık saçan, salgına davetiye çıkarmakla kalmayıp itina ile hastalık yayan ve kurtulmak için de çok acil manevi yoğun bakıma ihtiyaç duyuran sosyal medyadaki bulaşan hastalıklara bir göz atalım dilerseniz. Bakalım endişelenmekte ne kadar haklıyız?
İlk yayılan hastalıkların başında“teşhirciliği”söyleyebiliriz. Her türden teşhirciliğe çok ama çok sık rastlayabiliyoruz. Hatta “teşhircilik yapmayanları dövüyorlar” tabirini kullanırsak abartmış olmayız. Teşhirciliği sadece “bedeni ifşa etmek” olarak algılamayalım. Her türlü özel hayatın gözler önüne serilmesi; beden, yeme, içme, gezme, yapma, etme, söyleme, eylemde bulunmagibi birçokalanda farklı çaplarda teşhircilikten söz edebiliriz.
“Teşhircilikle” birlikte gelen bir “beğeni alma hastalığı” dört nala ruhumuzu sarmak peşinde olduğu da bir gerçektir. Her 27 saniyede bir elimizin “ellemeli” telefonların ekranlarına gidip de “beğeni” bölümündeki kırmızı kalpleri görmek istemek, görmeyince de “acaba nasıl beğeni alırım”çareleriningayreti ve tutuşmasıdır. Tabii “beğenilme” hastalığı peşinden de “beğendirme” hastalığını da peşine takıp her istasyonda yeni vagon ekleyen tren katarı gibi yolculuk sürdürülmektedir.
“Riya ve kibir” ikilisi debu ara sokaklarda geri durmaya asla niyetli değildirler. Onlar da bu mecralarda boy ölçüşen kimselerin “iğreti duruşları” olarak görülür. Yediği, içtiği, giydiği ve kullandıklarıyla birlikte yaptıkları, yapacakları ve tasarladıkları şeylerin bağımlı müşterisi gibi davranmaktan vazgeçmezler. Çünkü gerçekleri görmeyecek kadar gayri iradi davranır hale gelmişlerdir.
“Ölçüsüzlük ve hayasızlık” derseniz bu ayrı ve başlı başına yıkım ve felaketin ta kendisidir. Artık değerler, kültürler, insanlık gibi kavramların ne ifade ettiği pek de dikkate alınmamaktadır. Bu ışıltılı ve nefse hoş gelen yerler büyüklere, küçüklere, yaşlılara, gençlere, çocuklara, hayvanlara, bitkilere ve kendisine bile merhametsiz insanlarla dolup taştı. Tatminkârlık ve tamahkârlık ölçüsüzlüğün ölçüsü olup çıkmıştır. Buralar kusmak için yiyen insanlardan tutun da yaptığını ve ettiğini iğrenç şekilde gözler önüne seren hayasızlarla tıka basa dolmuştur. Sanki her taraf gece, sanki her taraf karanlık. Sanki tüm insanlığa mahkûmiyet yaşatılmak için yemin edilmiş.
Önüne gelenin “fikir babalığı veya fikir analığı” yaptığı bir zamandayız. Herkes uzman, herkes otorite, herkes bilgin, herkes tutarlı düşünen ve herkes yol gösterici olmuş. Kimi danışman, kimi uzman, kimi -cı,-ci, kimi de bilmem ne menem sıfatlarla sıfatların değersizleştirilerek adeta teşrifatçılığa indirgenmiş bir yol-yer göstericiler istilası almış başını dört nala gitmektedir. Allâh sonumuzu hayır etsin.
“İftira ve israf” kuşatmanın başka prangaları olarak hayatlardaki yerleri aldırılan, konumlandırılan hastalıklardandır. Gösteriş için yapılan israflardan tutun da fenomenliği yakalattıracak iftiralara kadar her yanımız rezilliklerle doldurulup taşırtılıyor. İftira ve israf olur da “edepsizlik” eksik olur mu orda? Olmaz elbet. Hele “görgüsüzlük” derseniz; tahtın baş köşesinde kurulmuş gibidir.
Velhasıl dostlarım sosyal medya denilen yerlerdeki çukurlaşmayı çok ama çok daha fazla örneklerle anlatabiliriz ama biz tüm enerjimizi hep birlikte doğru olan şeyleri yapmaya verirsek hem kendimizi hem de başta aile fertlerimiz olmak üzere en yakından uzağa kadar herkese olumlu etkide bulunabiliriz. Aksi halde sosyal medya hastalığından dolayı yoğun bakımındaki hastanın iyileşmesinde bir ilerleme kaydedilemez. Alıp başını giden ölçüsüzlük, şuursuzluk ve gayriinsani tutumlarla geleceğe bir enkaz devrederiz. Meselemiz yoğun bakımdan çıkacağımız iyileşme müdahalelerini yapmamız olmalıdır.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog