Kıymetli dostlarım, bildiğiniz gibi toplumsal yapıyı gerek makro gerekse mikro açıdan kategorize etmek gerekirse Yönetenler ve Yönetilenler diye ikiye ayırmamız abes olmaz. Hangi toplumsal yapı olursa olsun; en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara varıncaya kadar bunu görmememiz imkansızdır. Çünkü toplumun işlerliğinin, sürekliliğin, düzenin ve nizamın olabilmesinin temel şartı belirli kuralların olması ve bu kuralların işletilmesi için de doğal olarak ortaya çıkan yöneten ve yönetilenlerin varlık gerçeğidir.Türkiye’nin “İlk ve Tek Çizgi Roman Okulu”kurucusu olan değerli büyüğüm Fehmi Demirbağ hocamla geçenlerde bu konu üzerine bir görüş alışverişinde bulunduk. Kendisi özellikle “Erdemli Gençlik Seminerleri” veren, “Hüsnü Hat” ve “Ebru Sanatı”alanlarında gençlerimiz başta olmak üzere halkımıza hizmet etmeyi kendine görev addetmiş birisi. Kendisi de yönetici olan Fehmi Demirbağ Hocamın “yönetici olmak” noktasında bazı sıralamalarını açıklayarak size sunmak istiyorum.
İyi bir yöneticide“olmayacak” özellikler nelerdir? Konuya öncelikle dini perspektiften pencere açarak başlamak istiyorum.Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde yöneticilerle ilgi hususlar yer almaktadır. Bunlardan biri de En Nisa sûresinin 58. âyetidir. Bu âyet-ikerîmeninanlamı şöyledir: “Allâh size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allâh, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allâh hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
Emanet ve adaletin bir arada zikredildiği bu âyetinidareciler/yöneticiler hakkında indiği rivayet edilmektedir. (İbni Kesir, Tefsir, 1/516)
İmam Buhari’de geçen bir hadisi şerifte demeâlen: “İnsanları idare etmeyi üzerine alan bir kimse, kendini ve ailesini düşündüğü gibi yönettiği kimseleri düşünmedikçe kıyamet gününde cennetin kokusunu bile alamaz.” buyurulmaktadır. (Buharî, Ahkâm 8)
Adalet ve hakkaniyet ölçülerine uymak Peygamberimizin en önemli sıfatlarından biridir. Peygamberimiz Efendimiz, hırsızlık yapan ama soylu bir aileden olduğu için affedilmesi isteği ile kendisine getirilen bir kadınla ilgi olarak: “Vallâhi Muhammed’in kızı Fatîma da aynı işi yapsa cezasını verirdim.” (Müslim, Hudud 11) buyurarak adalet duygusundaki hassasiyetini belirtmiştir.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm başka bir hadisi şeriflerinde de şöyle buyurmuştur: “Kendisine en sevimli olan ve kıyamette derecesi en yüksek kimselerin adaletli yöneticiler olduğunu, en sevimsiz olan ve ahirette azabı en şiddetli olan kimselerin ise zalim idareciler olduğunu.”(Tirmizi, Ahkâm 4)
Değerli dostlar adalet elbette ki sadece yöneticiler için değildir, herkes için geçerlidir ama adalet elbisesinin en güzel yakıştığı kişiler yöneticilerdir. Unutulmamalıdır ki ailemizde büyüklerimiz, geniş ailemizde büyüklerimizin büyükleri, iş yerlerimizde amirlerimiz, illerde mülki idare amirlerimiz, ülke genelinde devletin sevk-ü idaresinden sorumlu kimseler ve hatta biraz daha ileri giderek bir başımıza olduğumuzda bizlerin bilinçli yanlarının nefislerimize ya da içimizdeki diğer bize iyi bir yönetici olması gerekir. Bu noktaları, bu hassas durumları göz önünde bulundurarak “yöneticide olmaması gereken özellikleri” şöyle sıralayabiliriz:
Kibirden kaçmalı. Ateşten kaçar gibi kibirden kaçmalı. Kendine nimet olarak verilenleri kibrin ateşinde yakmamalı. Dünya nasıl ki kâinat içerisinde çöle atılan bir halka kadarsa bizler de dünya karşısında çöldeki kum tanesi bile olamayız. Kibirle hadsizlik yapmamalı. Kibirle şükür bir arada olmaz. İnsanlar karşında çok kabih durumlara düşmeye sebep olan kibir gömleği en değerli mücevherlerle donatılmış olsa asla tercih edilmemeli. Kibir ne sahibine ne de diğer insanlara yarar sağlar.
Gösteriş peşinde olmamalı. Gösteriş yapan kimsenin kalbinde Allâh’ın rızası bulunmaz. İnsanlara, sırf “görsünler” diye, “bilsinler” diye, “duysunlar” diye sözde iyilik yapanlar elbette zarar edeceklerdir. Görünmez, saklarım, kamufle ederim, çaktırmam diyerek böbürlenerek yapılacak şeylerin kokusu er geç ortaya çıkacaktır. Bu dünyada da ahirette de hüsrana uğramaya sebep olan gösterişten ne kadar uzak durup “Allah rızası” niyetini ne kadar çok kalbimizde bulundurursak o kadar yaşanır bir hayata sahip oluruz.
Görgüsüzlük yapmamalı. Hatırlıyorum da ailelerimizin bizlere küçük yaşlarda verdikleri önemli nasihatlerden biri de “görgüsüzlük yapma” öğretisiydi. Oturmamızdan kalkmamıza, büyük ve küçüklerle konuşma ve sosyal ilişkilerimizde, misafirlikte, çalışma hayatında ve emanetlerde görgülü olmayı sağladığımız sürece huzurumuzun bozulmayacağının telkini yapılırdı. Görgüsüzlük; yokken verilenlerin, varken alınabileceğine neden olacağı bir fasit bir kişilik özelliği olduğu söylenirdi. Ne mutlu ailelerimize ve ne mutlu bizlere. Elhamdulillâh.
Ukalalık yapmamalı. Yani sadece kendimizi akıllı zannetmemeliyiz. Bilgiçlik taslamamalıyız. Bilinmelidir ki akıl da bedenimiz gibi bizimle var olan bir varlıktır ve bu varlık da cüz’idir. Sınırları vardır. İlla ki bizden daha doğru, daha isabetli, daha yapıcı, daha erdemli düşünenler çıkabilir. Üzerimize düşen şey had bilip hadde uygun bir yaşam seçme iradesinde bulunmaktır. Bugün çok bilgili, vazgeçilmez, kendisi olmasa yaptığı işlerin yapılamayacağını söyleyen nice insanlar mezarlıklarda yatmaktadır.
Müsriflikten vazgeçmeliyiz. Zaman israfından nefes israfına varıncaya kadar hayatın tüm alanlarında ölçülü olmalıyız. Hele ki yönetimimiz altında bulunan ailemiz başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarda her bir noktaya dikkat etmeliyiz. Yani evimizde yüksek fatura geldiği için klima ya da doğalgaz yakmıyorsak çalıştığımız kurumlarda da buna dikkat etmeliyiz. Kâğıt, kalem, elektrik, su, peçete ve diğer malzeme ve müştemilatların kullanımında müsriflikten kaçmalıyız.
Harama meyletmemeliyiz. Altın tepside sunulsa bile tamah etmemeliyiz. “Haramın binası olmaz” atasözünü aklımızda bulundurmalıyız. Harama meyleden kimse ne kendini ne de bir başkasını düşünür. Çalmayı, çırpmayı, yakmayı, yıkmayı, azmayı, bozmayı mübah görenler, gördükleri bu serap sonrası hazin bir sonda yok olurlar.
Cehalet kayığından inmeliyiz. Cehalet denilen şey aslında kendini akıllı sanan kimselerin halleridir. Cahillik insanların akılları olmamasından dolayı değil de kendini akıllı saymalarından ötürü ortaya çıkan bir haslettir. Kaf dağından beri durmayanlar, her konuda kendini yetkin ve otorite sayanlar ne kadar mürekkep yalarlarsa yalasınlar, cahillikten bir adım öteye gidemezler.
Adaletsizlik yapmamalıyız. Adil olmanın topluma çok şey kazandıracağını bilerek yaşamalıyız. Sorunların oluşmasında adaletsizliğin büyük bir paya sahip olduğunu bilmeliyiz. Çocuklarımız arasında, aile fertlerimiz arasında, çalışanlarımız arasında adaleti sağlayamadığımız durumlarda sorunlar yumağının sarmalı herkesi kuşatacaktır.
Nasıl “yönetilmeyi” istiyorsak da öyle bir “yönetici” olmalıyız. Başta kendimize sonra da silsile şeklinde tüm topluma yayılan bir huzura kaynaklık etmeliyiz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar